YAZARLAR

01 Ağustos 2025 Cuma, 00:00

Yeni Bir Türün Eşiğinde Transhümanizm ve İnsanlığın Kaderi: Türkiye Bu Geleceğe Hazır mı?

Bazı fikirler vardır; insanın zihnine yalnızca düşünceyi tutuşturmaz, varoluşunu da sorgulatır. Transhümanizm, işte böyle bir fikirdir: İnsan aklına, bedenine ve sınırlarına yöneltilmiş derin bir sorudur. Sadece bilim kurgu romanlarının hayal dünyasında dolaşan bir düş değil; artık laboratuvarların, yatırım fonlarının ve küresel teknoloji devlerinin gerçeğine dönüşmüştür.

Ama bu gerçeklik, insanı dönüştürmeye mi geliyor, yoksa insanlığı eritmeye mi?

Tarih boyunca her medeniyet bir fikirle yükselmiş, o fikri mutlaklaştırdığında ise çökmüştür. Bugün transhümanizm bu çağın yükselen fikri olabilir. Ama aynı zamanda, yeni bir kırılmanın da habercisidir.

Kısaca tanımlarsak transhümanizm; insanın zihinsel, fiziksel ve hatta ahlaki kapasitesini teknoloji aracılığıyla geliştirme arzusudur. Beyin-bilgisayar arayüzleri, yapay organlar, genetik mühendisliği, yaşlanmanın yavaşlatılması… Tüm bu projeler birer ütopya değil artık; araştırma bütçeleriyle, klinik denemelerle ve özel fonlarla ete kemiğe bürünmektedir.

Neuralink... Şimdilik bir şirket adı. Ama gelecekte insanlık tarihinin yön değişimini temsil eden bir kavram olabilir. Beyne yerleştirilen yongalarla (çiplerle) düşünce hızında iletişim… Felçli bir bireyin yalnızca zihniyle bilgisayar kullanabilmesi devrim niteliğindedir. Fakat asıl mesele bu devrimin kim tarafından ve ne amaçla yönetileceğidir.

Elon Musk’ın ifadesiyle: Yapay zekâyla hizalanmak için insan düşüncesinin hızını artırmalıyız.” Peki ya biz sadece hizalanmakla kalmayıp, bir gün bu zekânın yedeği hâline gelirsek?

Transhümanist ideoloji, insanı yükseltme vaadiyle yola çıkar. Ancak bu yükseltme herkese mi açık olacak? Altos Labs gibi şirketlerin ölümsüzlük üzerinde çalıştığı bu dünyada, yalnızca seçkin bir azınlık mı yaşlanmayacak? Geride kalan milyarlarca insan, biyolojik alt sınıf olarak mı kalacak?

Tarih boyunca teknoloji, adaletle değil güçle ilişkilendirilmiştir. Nükleer enerji Hiroşima’da umut değil kıyamet olmuştur. Genetik müdahaleler zamanında ırkçı ütopyaların aracına dönüşmüştür. Bugün “insanı aşmak” adına geliştirilen sistemler, bir gün insanı dışlama mekanizmasına dönüşebilir.

Transhümanizm yalnızca bir başlangıçtır. Onun ardında gelen posthümanizm ise çok daha radikal: “İnsan artık merkezde olmamalı!” der. Makine ile insan arasındaki sınır silinsin, hayvanla insan arasındaki fark ortadan kalksın… Bu yaklaşım, insanı sadece veri işleyen bir sistem, bir biyolojik yazılım olarak görür.

Peki, bir çocuğun gözyaşına mı algoritma diyeceğiz? Bir annenin içgüdüsünü kod mu sayacağız?

Bu noktada sorulması gereken en derin soru şudur: Eğer insan yalnızca modifiye edilebilir bir sistemse, onun üzerine inşa ettiğimiz hukuk, ahlak, inanç ve kültür neye dayanacak?

Türkiye Bu Geleceğe Hazır mı?

Transhümanizm bugün küresel bir tartışma gibi görünse de, etkileri artık ulusal sınırları da zorluyor. Türkiye için bu mesele sadece teknolojiyle ne kadar entegre olduğumuzla ilgili değildir; aynı zamanda bu entegrasyonu hangi kültürel ve etik zeminle gerçekleştireceğimizle ilgilidir.

Son yıllarda Genom Türkiye Projesi, TÜBİTAK destekleri, biyoteknoloji enstitüleri, teknopark girişimleri umut verici adımlar atmıştır. Ancak bu gelişmelerin bir millî teknoloji etiğiyle desteklenmesi gereklidir. Çünkü teknoloji bir araçtır; ama onu insanî kılan, nasıl ve kimin için kullanıldığıdır.

Türkiye, kolektif değerleri güçlü bir medeniyetin mirasçısıdır. Bu nedenle transhümanist teknolojilere de yerli ve ahlakî bir yön kazandırmak mümkündür. Sadece yatırım yapan değil, teknolojiyi anlamlandıran, denetleyen ve yönlendiren bir ülke olabiliriz.

Eğer bu teknolojiler yalnızca özel şirketlerin ve elit zümrelerin elinde gelişirse, Türkiye gibi ülkelerde veri sömürgeciliği, genetik kastlaşma ve kültürel asimilasyon riski ortaya çıkacaktır.

Bu yüzden:

  • Üniversite-sanayi-kamu iş birliği güçlendirilmeli,
  • Genç bilim insanları teşvik edilmeli,
  • Etik kurullar oluşturulmalı,
  • Sosyal devlet ilkesi çerçevesinde herkese eşit erişim sağlanmalıdır.

Yerli ve insani bir biyoteknoloji vizyonu, sadece stratejik değil; aynı zamanda ahlakî bir zorunluluktur.

Son Söz

Transhümanizm bir devrim midir, yoksa sessiz bir çöküş mü? Bu sorunun cevabı, teknolojinin neye dönüştüğü değil, bizim ona hangi anlamı yüklediğimizdir.

Bir zamanlar Atlantis de çok ileriydi: Bilgide, teknolojide, kudrette… Belki de bu yüzden yok oldu. Çünkü insanı aşarken, insanlığı unuttular.

Bugün biz de aynı yol ayrımındayız. Teknolojiyi kutsamak mı, insanı yüceltmek mi? Gelişmek mi istiyoruz, yoksa insanlıktan çıkmak mı?

Bu sorulara vereceğimiz cevap, yalnızca geleceğimizi değil; insan olarak kalıp kalamayacağımızı da belirleyecek. Bizim dileğimiz İnsan olarak kalabilmek…

Saygılarımla

Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)