YAZARLAR

02 Ağustos 2025 Cumartesi, 00:00

Tanınan Filistin mi, Teslim Alınan Gazze mi?

Bazı kelimeler vardır ki, insan yüreğine umut gibi düşer. Bazılarıysa, yaldızlı bir zarfa saklanmış teslimiyetin habercisidir. “Tanınmak” bunlardan biri. Kulağa hoş gelen, ne güzel bir kelime, değil mi? Ama ne kadar güvenilir? Bugün Avrupa’nın büyük başkentlerinden birbiri ardına gelen açıklamalar kulaklarda çınlıyor: “Filistin’i devlet olarak tanıyoruz.”

Ama hangi Filistin’i tanıyorsunuz?
Çocukların mezar taşı olduğu Gazze’yi mi? Yoksa Batı Şeria’nın protokol salonlarında şekillendirilen, halkın değil çıkarların tasarladığı vitrin bir yönetimi mi?

Tarih bize öğretmiştir: Emperyalizm hiçbir halkı iyilikle tanımaz. Tanıdığı her toprak ya işgal edilmiştir ya da zihinsel olarak kuşatılmıştır. Tanıma, çoğu zaman bir barış jesti değil, bir kontrol biçimidir. Bugün de tablo farklı değil. Norveç, İspanya ve İrlanda’yla başlayan süreç; Fransa, Almanya ve muhtemelen ABD ile genişliyor. Ama neyin tanındığını sorgulamazsak, “müjde” zannettiğimiz şeyin bir yanılsama olduğunu geç fark ederiz.

Gerçek bir tanıma, sadece diplomatik bir karar değil, tarihi bir sorumluluktur. Bu sorumluluk;

  • Doğu Kudüs'ü başkent kabul eden,
  • Gazze ile Batı Şeria arasında içsel bütünlüğünü koruyan,
  • Egemenlik haklarını Batı'nın değil, halkın iradesinden alan,
  • Kendi ordusu, maliye politikası, dış ilişkileriyle tam bağımsız bir devleti kabul etmeyi gerektirir.

Aksi hâlde kurulacak yapı, haritalarda yer bulan ama halkın vicdanında yeri olmayan bir "gölge devlet" olur.

Tarihin Aynasında Bugün Bakıldığında Görünler

Güney Sudan (2011): Bağımsızlık ilan edildiğinde Batı dünyası alkışladı. Ama kısa sürede iç savaşa sürüklendi, açlık ve sefaletle baş başa kaldı. Kimliği dışarıdan biçilen bir ülke, kendi ayakları üzerinde duramadı.

Sykes-Picot (1916): Bir masa başında, cetvelle çizilen sınırlar... Arap halklarının özgürleşeceği vaat edildi, sonra bu vaatlerin yerini kalıcı çatışmalar aldı. Bugün Filistin için çizilen haritalar, o günün mürekkebini taşıyor olabilir.

BM 181 No’lu Plan (1947): İsrail’e geniş topraklar verildi, Filistinliler yerinden edildi. “Barış” dediler, ama bir halkın felaketi başladı. Bugün yine “iki devletli çözüm” diyorlar. Ama Gazze dışarıda bırakılıyorsa, bu bir çözüm değil, yeni bir bölünme planıdır.

Cezayir (1954–1962): Fransa, sömürüsünü yerli işbirlikçilerle sürdürebileceğini sandı. Ama halk, bayrak ve saraydan çok, bağımsızlık ve şehadetle ilgilendi. Gerçek devlet, savaşla değil; halkın iradesiyle kuruldu.

Vietnam: ABD Güney Vietnam’ı “devlet” olarak tanıdı. Direnişi ise terör ilan etti. Ama sonunda kazanan, halkın mücadelesi oldu. Bugün Gazze, tıpkı o direniş gibi, tarihsel ve ahlaki meşruiyetin taşıyıcısıdır.

Bugün masalarda çizilen haritalarda Gazze yok. Varlığı rahatsız edici, sesi bastırılması gereken bir hakikat gibi görülüyor. Ama Filistin, sadece Batı Şeria değil; Şucaiyye’nin enkazı, Han Yunus’un yarası, Deir el-Balah’ın yetimiyle bir bütündür.

Eğer bir devlet kurulacaksa, onun temeli Şifa Hastanesi'nin yıkıntıları üzerine değil; o yıkıntıların altından çıkan çocukların duası üzerine atılmalıdır.

Bugün Avrupa’nın “tanıma” adımı, bir yönetim planıdır. Barış değil, kontrol projesidir. Filistin’in değil; İsrail’in güvenliği, Batı’nın çıkarları ve Arap rejimlerinin konforu gözetilmektedir.

Gerçek barış;

  • Gazze ablukasının kaldırılmasıyla,
  • İsrail yerleşimlerinin geri çekilmesiyle,
  • Savaş suçlarının uluslararası hukuk önünde yargılanmasıyla,
  • Kudüs’ün statüsünün adaletle belirlenmesiyle mümkündür.

Aksi hâlde, tanıma; içi boş bir vitrin, sesi kısılmış bir halk ve sahnelenen diplomatik bir tiyatro olur.

Bugün bir çocuk, “Ben Filistinliyim” dediğinde biz ne hissediyoruz? Bir annenin enkaz altından çıkarılan bebeğine sarılırken fısıldadığı “İnsanlık bizi unuttu mu?” sorusuna ne cevap veriyoruz?

Bu sorular, tanımanın değil; vicdanın sınavıdır.

Filistin’i tanımak, bir coğrafyayı değil; bir halkın direnişini kabul etmektir. Bayrak dikmek değil; çığlığa kulak vermektir. Haritaya isim yazmak değil; tarihe onur bırakmaktır.

Ve unutmayalım!
Tarih, kimin ne zaman tanındığını değil, kimin ne zaman ayağa kalktığını yazar.

Saygılarımla

Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı

 

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)