
Ankara Kalesi
Cehennemi Yaşatan, Kahramanlığın da İhanetin de Şahidi Kapılarıyla
Orta Çağ…
1,200’lü yıllar, yani 800 yıl kadar önce!
Kısa bir tarihçe
Malazgirt Zaferi'nin üzerinden iki yıl geçmiştir (1073) ki Ankara Türklerin elindedir.
Bilenler bilir, bu sıralarda, taa 5,500 kilometre ötede 300 yıl kadar sürecek başka bir Türk saltanatı (Delhi Sultanlığı) başlıyordu. Bu saltanatı yıkacak olan yine Türkler (Türk-Moğol kökenli Babürlüler) olacaktı...
Türkler, Anara'yı yüzyıl kadar Haçlılara kaybetmenin ardından, tekrar alırlar (1227) ve değişmez şekilde Ankara'nın olurlar.
Osmanlı yok, Fatih'i dökeceği topların çağı kapatmasına 200 yıldan daha fazla zaman var.
Devir, Anadolu Selçukluları devridir.
Selçuklular savaşta ve barışta başardıklarıyla bugün henüz tam aydınlatamadığımız müthiş bir devrin insanlarıdır.
Ankara, bu devrin önemli bir kenti, Kale de kentin önemli yerleşim yeridir.
Öylesine önemlidir ki, iki farklı Selçuklu Sultanı, Ankara Kalesi'ni kuşatacaklardır.
İki farklı zamanda.
Kardeşleri 'Ankara'dan çıkacak, tahta oturacak' diye korkusundan...
Yıldız verilen kaleler
Bilir misiniz?
Avrupa'daki kalelerin yıldızları vardır.
Tek yıldız, 4 yıldız gibi.
Viyana'ya dek yapılmıştır bu yıldızlandırma.
Örneğin, Türklere hemen teslim olanlar tek yıldızlıdır...
Bu gözle bakıldığında Ankara Kalesi bolca yıldızı hak eder.
Konu kuşatma ve savunma olunca Ankara Kalesi, Avrupa'daki kalelerden ayrılır.
Bu özelliği, Ankara Kalesini yıldızlandırmanın ötesine taşıyabilir.
Bu yazıda sözü edilen kuşatmalarda, kaleyi kuşatan da savunan da Türklerdir...
Orta Çağda kalenin önemi
Orta çağda kale en önemli savunma aracıdır.
Yukarıda değinmiştik, Fatih'in topları henüz yok. Zaten bu toplarla çağ da kapacaktır.
Devleti kuracak olan, Fatih'in büyük büyük dedesi Osman Gazi, 1200'lerin ortalarında doğacak, yüzyılın sonunda da beyliği devlet yapacaktır...
Kaleler, kentlerin en yüksek, en zor zapt edilebilecek yerlerine yapılır.
Kale tepede değil, suya yakın veya su taşıma şansı varsa çevresine hendekler yapılır, hendekler suyla doldurulur. Giriş-çıkış için zincirli açılık-kapanır kapılar kullanılır...
Kent büyüdükçe halk kaleye sığamaz olur, çevresine yayılım gösterir.
Genişleme artar, güçlenilirse ikinci sur da yapılabilir.
Ankara'nın üçüncü sur duvarının da yapıldığını söylersek, sanırım ne kadar genişlediğini ve güçlendiğini anlatmak için önemli bir ip ucu vermiş oluruz.
Tehlike mi var, herkes kale içine doluşur.
Fethe gelen kaleyi aşamazsa dışındakileri alır, alamadıklarını yakıp yıkıp gider.
O devirde kale iyi tahkim edilmişse, yıkmak, aşmak pek zordur.
Gelen kaleyi almaktan başka çare düşünmez, bu fikrinden de caymazsa durum bir hayli zorlaşır, kuşatma uzadıkça uzar.
1203, İlk Kuşatma ve ardından ihanet
Yazımızda ele alacağımız ilk kuşatmaya gelelim.
Bir kardeşin (II. Süleyman Şah), diğerini (Melik Muhyiddin Mesud) Ankara Kalesi'nde kuşatması.
Melik Mesut 17 yıldır Ankara'dır. Çok da başarılıdır. Belki de bu yüzden ağabeyi bu durumu tehlikeli görür, teslim olmasını ister.
Kuşatma 3 yıl sürer.
Sultan Ağabey kaleyi aşamaz.
Aşamaz ama kaledekiler de artık yaşayamaz durumdadırlar.
Dile kolay, 3 yıl.
Yiyecekleri tükenmiştir.
Melik Mesut 'kimseye dokunulmasın' şartı koşar, kabul edilince kaleyi teslim eder.
Kendisine yardım eden Ankaralılara ne oldu, bilmiyoruz.
Bir ihaneti biliyoruz.
Bildiğimiz, kendisine uçlarda bir kale sözü verilen Melik Mesut'un yola koyulduğu, kaleye varamadan, yolda öldürüldüğüdür. Yanındaki iki oğluyla birlikte...
1212-13, İkinci kuşatma
Sultan İzzeddin Keykâvus;
"Kardeşim Ankara'da olduğu sürece güvenlik ve huzur içinde kalır. Bizim güvenimizin ve huzurumuzun kaynağı ise onun oradan atılmasına bağlıdır. O işi en önemli işimiz saymamız gerekir. Onda başarıya ulaşmadan ve o meseleyi halletmeden endişemiz bitmez."
Böyle düşünen Sultan için Selçuk Name'nin yazarı İbn Bibi şunları yazar;
'Sultan, savaş ve kuşatma araç ve gereçlerini, yakma ve yıkma alet ve edevåtını hazırladıktan sonra mutlu bir şekilde Ankara'ya doğru hareket etti. Diğer yandan Sultan İzzeddin Keykavus'un üzerine geldiğini öğrenen Melik Alaaddin, kaleyi sağlamlaştırmak, askeri savaş düzenine sokmak, şehir halkının gönlünü almak, onların vefa ve bağlılık sözlerini (ahit) yenilemek için çaba harcadı. Sultan, Ankara'ya varınca ordusu daha ilk günde saf üstüne saf kurdu. Büyük bir azamet ve ihtişamla, 'Onda basiret sahiplerinin gözü şaşkın kaldı!' dendiği gibi şehri kuşatma altına aldı."
Yaşanan, bir kardeşin, bir kardeşini Ankara Kalesi'nde kuşatmasının ikinci örneği olacaktır.
Sultan İzzeddin Keykâvus, tahtı için tehdit oluşturduğunu düşündüğü kardeşi Alâeddin Keykubad'ı tutsak almak için Ankara Kalesi önlerine gelmiştir...
Kale Kapısında Teke Tek
Kale kuşatmalarının çok olması veya uzaması, farklı yöntemleri ortaya çıkarmış.
Tarih kitapları, bunlardan birinin Ankara Kalesi kapısı önünde yaşandığını yazar...
Kalenin kuşatılmasında, o devirde bilinen bir yola başvurulur.
Sultan İzzeddin Keykâvus'un ordusundan Emir-i Candar Necmeddin Behramşah öne çıkar.
Alâeddin Keykubad'ın adamlarından, daha önceden de bir hesabının olduğu Emir Mübarizeddin İsa'yı karşına, bir anlamda er meydanına çağırır.
İki güçlü asker kale kapısına gelirler, ölümüne bir cenk başlar.
Kim kazanırsa, onun tarafı kalenin sahibi olarak kabul edilecektir.
Zorlu bir cenk olacağı bellidir.
Büyük olasılıkla kuşatmaya gelen ordu Kale'nin önünde, kuşatılanlar da surlar üzerinden bu zorlu mücadeleyi seyretmek için heyecanla dizilmişlerdir.
İki asker önce mızrak kullanır.
Mızraklar kırılır.
Atları yakındadır,
Dede Korkut'ta ve Manas Destanı'nda sözü edilen, Sultan Alparslan'ın Malazgirt Savaşı'nda kullandığı topuz atlarındadır.
İki asker gürzlerini alırlar.
Onlar da kırılır.
Düşünsenize, ikisi de Türk. Birbirlerine belki de küfrederek saldırıyorlar, seyirciler de bağırıp, çağırıyor, kimi taktik de veriyor. Kim ne dese diğeri de anlıyor!
İki asker bu ölümüne mücadelede bir türlü yenişemiyorlar.
Biri, "Bu da kırıldı be yiğidim!" demiş midir acaba?
'Ne dediler' elbette bilmiyorum ama tarih, sırada 'kılıç' olduğunu yazıyor.
Ah bu tarih! Kılıçların kırılıp kırılmadığını yazmıyor (veya bulamadım) ama dövüşün bir türlü bitmediğini yazıyor.
Bakar bir sonuç çıkmıyor, Sultan Alâeddin Keykubad adamı Emir İsa'yı kaleye geri çağırır...
Kuşatma sonrası hapis ve sultanlık
Sonra ne mi olur?
Ankara Kalesi'ndeki bu kuşatma bu kez bir yıl sürer.
Kale, yine aşılamaz.
Yine 'barış' koşuluyla kale teslim edilir.
Bu kez teslim eden öldürülmez, hapsedilir. Bunda galip sultanın hocasının etkili olduğu söylenir.
Ağabeyi onu önce Elâzığ Baskil'deki Masara (Minşar) Kalesi'ne, sonra Malatya'daki Kezipert Kalesi'ne hapsetti.
7 yıl bu iki hapishanede geçti.
Sultan Ağabey (İzzeddin Keykâvus) öldü.
Oğlu yoktu.
Tarih, katledilmeyip hapsedilenin (Alâeddin Keykubad), Selçuklu tahtına oturduğunu yazacaktı.
Hatta yaptığı çok güzel işlerden dolayı 'Büyük Keykubad' olarak bilinecek, efsane bir Anadolu Selçuklu Sultanı olacaktı...
Ankara Kalesi'nin cehennemi yaşatan kapıları!
Kaleler saldırıya uğradığında sur duvarları dışardan tüm tehditlere açık olduğundan zorlu da olsa aşılabiliyordu. Önlem olarak ikinci bir sur duvarı daha yapmak, saldıranları yıldırmak için çok önemli bir önlemdi.
Diyelim ki fethe gelen Ankara Kalesi'nin kapısını yaktı, yıktı girdi!
Ardında dar sokaklar vardır.
İlerler...
Birden karşına yüksek sur duvarları çıkar- yeniden!
İlk bakışta kapısı da görünmez.
Kapı, karşıda değil, karşı duvara bitişen, soldaki sur duvarındadır!
Kim bilir arkası nasıl tahkim edilmiştir?
Düşünün!
Fethe gelmişsin, buraya kadar ilerlemişsin!
Olsun, artık dönülmez, bu kapıyı da zorlamak gerek.
Kırmaya çalışırken, muhtemeldir ki surların üstünden ok, mızrak, kızgın yağlar yağar.
Mücadele zorlu hatta ölümcül, kayıplar yüksektir ama o kapının da açıldığını düşünelim.
Cehenneme hoş geldin!
Kapı, dört tarafı yine yüksek duvarlarla çevrili bu kez daracık bir alana açılır, bence cehenneme!
Kapıdaki tahkimatı, kayıp yığının zor aşmak zaten zor, gelinen yerse daracık bir alan.
'Çıkış yok!' düşüncesi ağır basar, moral, motivasyon eksi seviyededir.
Çünkü görünmez kapı ileride, bu kez sağdadır!
Büyük bir güçle yüklenmek zor, alan küçük.
Bence alana giren canını verir...
İşte!
Ankara Kalesi'nin fethedilmemesini zorlaştıran en önemli nedenlerinden biri, kurgulanan ve uygulanan, gireni içine hapseden, bu sürpriz kapılar...
Bugün
Anlattığım yerleri bugün görmek mümkün.
Ankara Kalesi'nin içinde, buranın ayrı bir adı var; burası Zindan Kapı'dır (veya Zindankule Kapısı).
Kale kapısından buraya kadar gelen daracık yolun adı bugün Kale Kapısı Sokak'tır.
Sağlı sollu hediyelik eşya satan dükkanlar bulunur.
Sokakta kalabalıktan yürümek zordur.
Bu kapının ardında Ankara'nın ilk camisi bulunur ki bu cami ilkler ve sırlar saklar.
Bir sonraki yazımızın konusudur.
Kaynaklar
- 'Anadolu Selçuklu Devleti Döneminde Kale Kuşatmalarında Uygulanan Yöntem ve Teknikler', Mesut Çıtak, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3626395
- El Evamirü'l-Ala'iye Fi'l Umumuri'l-Ala'iye (Selçuk Name), İbn Bibi, Hazırlayan: Mürsel Öztürk, Kültür Bakanlığı Yayınları.
- 'Anadolu Selcuki Devleti Tarihi Ibn Bibi', https://archive.org/stream/1261-anadolu-selcuki-devleti-tarixi-ibn-bibi-jp-2/1261-Anadolu_Selcuki_Devleti_Tarixi_ibn_Bibi_djvu.txt
- 'Silahların Tarihi: Gürz/Topuz', https://www.soylentidergi.com/silahlarin-tarihi-gurz-topuz/
Dr. Necati Yalçın -- Köşe Yazarı
E-posta: nyalcin@gazeteankara.com.tr
"Türkiye'nin kalbi Ankara'nın sesi" -- Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP