YAZARLAR

17 Kasım 2025 Pazartesi, 00:00

“Bir Memlekette Kurtlar Kuzuları Yiyorsa, Sorun İflah Olur. Eğer Çobanlar Kuzuları Yiyorsa, Bu İflah Olmaz”

Bir ülkede kurtların kuzulara saldırması insanın yüreğini yakan bir manzaradır, evet; fakat doğanın kadim düzeninde bir karşılığı vardır. Kurt saldırır, kuzu kaçar; biri hayatta kalmak için pençesini ve dişlerini kullanır. Kuzu ise varlığını korumak için çobanına, sürüsüne sığınır. Bu döngü, tabiatın binlerce yıllık terazisinde bir denge oluşturur. Kaybı vardır, acısı vardır, fakat içten içe “böyle gelmiştir dünyanın düzenider, yüreğimiz buruk da olsa kabul ederiz.

Ama bir gün gelir de çoban, yani sürünün güvenliği için başına konulmuş kişi, kuzuyu yemeye başlarsa…İşte o zaman bozulan artık tabiat değildir; insanın kendi eliyle kurduğu düzen, kendi yüreğinin sıcaklığıyla ördüğü güven köprüsüdür. Kurtların saldırısı dışarıdan gelen bir tehdittir; fakat çobanın saldırısı içeriden açılan bir yaradır. Kurt saldırdığında insanın içinde bir hüzün belirir; çoban saldırdığında ise insanın içindeki umut ölür.

Toplumların da çobanları vardır; kimi zaman görünürler, kimi zaman gölgede kalırlar. Öğretmenler merakı korur. Bilim insanları gerçeğin peşine düşer. Hâkimler adalet terazisini dengede tutar. Güvenlik görevlileri huzuru muhafaza eder. Yöneticiler milletin ortak aklını temsil eder.

Hepsi birer “toplum için çobandır”; her biri en kırılganlarımızı - çocukları, yaşlıları, yoksulları, korunmaya muhtaç olanları - ayakta tutan değerleri korur. Bu değerler, bir milletin gerçek servetidir.

Eğer bu çobanlar, kendi görevlerinin kutsiyetine sadık kalır; tek bir kuzunun bile incinmesine fırsat vermezlerse, o toplum büyür, gelişir, kök salar, istikbale güvenle bakar. Çünkü medeniyet yalnızca yüksek binalarda, geniş caddelerde değil; o çobanların ahlakında, bilgeliğinde ve sorumluluk duygusuyla yaşar.

Fakat bir çoban, gözünü kuzunun masumiyetine değil de kendi çıkarının karanlığına dikerse… O memleket dışarıdan değil, içeriden çürümeye başlar. Kurt pençesinden korunabilirsiniz; fakat çoban bıçağından kaçış yoktur. Kurt sürüyü uyanık tutar; çoban ise sürüye güven verir. Ve bir gün çoban, tehlikenin kendisine dönüşürse… Kuzu artık nereye sığınacağını bilemez.

Bu yüzden bir toplumda adaleti zedeleyen her karar, liyakati aşağılayan her söz, bilimi değersizleştiren her davranış, eğitimi bir yük gibi gören her ihmal… Çobanın korumakla yükümlü olduğu kuzusuna indirdiği bıçak darbeleri gibidir.

Çobanların bozulmasının en acı tarafı, gücü kötüye kullanmaları değil; merhameti kaybetmeleridir. Çünkü bir milleti güvenle ayakta tutan, kanunların sertliği değil, o kanunların arkasındaki vicdanın yumuşaklığıdır. Vicdan sustuğunda, en mükemmel sistem bile faydasız kalır; en köklü kurumlar bile birer enkaz yığınına dönüşür. Merhamet kaybolduğunda, yalnızca kuzular değil; sevgi ölür, düzen bozulur, umut solar.

Peki çözüm nerededir? Kurtlarla mücadele bilgiyle, bilimle, eğitimle, adaletle yapılır. Ama çobanların bozulmasıyla mücadele, toplumun kendi vicdanını uyandırmasıyla mümkündür. Bu; doğruyu cesaretlendirmeyi, yanlışı uyarmayı, emaneti taşıyamayanı göreve getirmemeyi, hakkın yanında durmayı gerektirir.

Bir milletin büyüklüğü, doğru çobanı seçmek ve yanında durmaktır. İşte medeniyet tam da burada başlar. Ve nihayet… Kurt kuzuyu yediğinde doğa döngüsünü sürdürür. Ama çoban kuzuyu yediğinde, bir toplum kendi geleceğini yok eder.

Bu yüzden en önemli vazife, yalnızca kuzuyu kurda karşı korumak değildir; çobanı da kendi vicdanına karşı korumaktır.

Bir ülkenin kurtlardan korkması doğaldır- ve bunun çaresi vardır. Fakat bir ülke kendi çobanlarından korkmaya başlarsa… İşte o zaman o memleketin yarası gerçekten ağırdır. Ve o yarayı yalnızca ortak vicdanın yeniden ayağa kalkması iyileştirebilir.

Saygılarımla,
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı

 

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)