Petrolün Gölgesindeki Refah: Ortadoğu’nun Geleceği ve Türkiye’nin Stratejik Rolü
Ortadoğu, tarih boyunca sadece medeniyetlerin değil, aynı zamanda stratejik çıkarların da kesişim noktası olmuştur. Bu topraklar, 20. yüzyıl itibarıyla dünyanın enerji arzında belirleyici hale gelmiş, petrol ve doğalgaz rezervleriyle küresel ekonomi üzerinde etkili olmuşlardır. Suudi Arabistan, Kuveyt, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler, çölü refah kentlerine dönüştürmüş; lüks, gösteriş ve modern altyapılarıyla dünyanın dikkatini çekmişlerdir.
Ancak tarihin gösterdiği gerçek değişmemektedir: Kaynaklar sınırlıdır, bağımlılıklar risklidir ve ekonomik modeller, zamanın ruhuna ayak uyduramazsa krizler kaçınılmazdır.
Ortadoğu’nun refahı büyük ölçüde petrole dayalıdır. Bazı Körfez ülkelerinde devlet bütçesinin %80’den fazlası hidrokarbon ihracatına bağımlıdır. Bu durum kısa vadede ekonomik rahatlama sağlarken, uzun vadede ciddi yapısal zafiyetler oluşturmaktadır. Üretim kültürünün gelişmediği, inovasyonun sınırlı kaldığı bir ortamda ekonomik büyüme sürdürülebilir değildir. Bu model, Ortadoğu’yu tüketim toplumu haline getirerek “tek kanatlı kalkınma” tuzağına sürüklemiş ve adeta hava bir kanadı yaralanmış kuş haline getirmiştir.
Günümüzde ise yeşil dönüşüm süreci, fosil yakıtlara olan talebi azaltma eğilimindedir. Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakatı, ABD'nin temiz enerji yatırımları, Çin'in karbon nötr hedefleri ve elektrikli araçlar çağının başlaması; petrolün geleceğini belirsizleştirmektedir. Uluslararası Enerji Ajansı (IEA), 2040 sonrası dönemde talep daralması öngörmektedir. Sorun artık arz değil, talep eksikliği haline gelmiştir.
Yeniden Yapılanma Çabaları ve Riskler
Suudi Arabistan’ın Vizyon 2030 programı, BAE’nin Mars projeleri, Katar’ın dijital dönüşüm yatırımları önemli adımlar gibi görünmektedir. Fakat bu adımların büyük kısmı vitrine yönelik olup derinlikten yoksundur. Gerçek dönüşüm; toplumun üretim gücünü artıran, zihniyet değişimini önceleyen ve eğitim sisteminde köklü reformları gerektiren bir süreçtir.
Petrole dayalı refahın sürdürülemeyeceği ortadadır. Eğer bu ülkeler ekonomik çeşitliliği sağlayamazsa, yüksek oranda genç nüfusun getireceği işsizlik ve sosyal huzursuzluk, sadece iç dengeleri değil, bölgesel istikrarı da tehdit edecek boyutlara ulaşacaktır. Bu kırılganlık ise, ekonomik değil, jeopolitik bir risk alanı oluşturacaktır.
Çözüm: Bilgi Tabanlı Kalkınma ve Bölgesel İşbirliği
Bu tablodan çıkışın yolu nettir: Bilgi ekonomisine geçiş. Eğitim sistemleri, sanayi altyapısı, dijital beceriler ve insan sermayesi yeni kalkınma paradigmasının omurgasını oluşturmalıdır. STEM( Science, Technology, Engineering, Mathematics-Fen, Teknoloji, Mühendislik, Matematik) odaklı eğitim politikaları, kadınların ve gençlerin iş gücüne entegrasyonu, üniversitelerin Ar-Ge merkezlerine dönüşmesi bu sürecin yapı taşları olacaktır.
Ayrıca; şeffaflık, hesap verebilirlik ve özel sektör dostu bir kurumsal yapı da kaçınılmazdır. Devletin üretici değil, düzenleyici bir rol üstlendiği model, verimliliği ve inovasyonu teşvik edecektir. Enerji politikaları ise artık yalnızca fosil yakıtlara değil, güneş, rüzgâr ve yeşil hidrojen gibi kaynaklara yönelmelidir. Ortadoğu’nun enerji liderliğini sürdürebilmesi, yenilenebilir yatırımların etkinliğine bağlıdır.
Türkiye’nin Stratejik Konumu: Bir Rehber Ülke Olarak Yeni Misyon
Ortadoğu’nun dönüşüm sürecinde Türkiye'nin oynayabileceği rol, yalnızca coğrafi değil, aynı zamanda tarihsel ve stratejik bir sorumluluktur. Türkiye, sahip olduğu dinamik genç nüfus, güçlü üniversiteleri, sanayi altyapısı ve dijitalleşme tecrübesiyle bölge ülkelerine rehberlik edebilecek konumdadır.
Türk mühendisliği, yazılım sektörü, yenilenebilir enerji yatırımları ve eğitim modelleri; Körfez ülkelerinin ihtiyaç duyduğu bilgi birikimini sağlayabilir. Özellikle Türk üniversiteleriyle Körfez arasında kurulacak akademik iş birlikleri, Türkiye’yi bölgesel bir Ar-Ge köprüsü haline getirebilir. TOGG gibi sanayi ürünleri, başarı hikayeleri çok olan; TUSAŞ, HAVELSAN ve ASELSAN gibi teknoloji üreticileri, Ortadoğu’nun sanayileşme hamlesine yön verebilir. Ayrıca Türkiye’nin enerji geçiş tecrübesi, bölgenin sürdürülebilirlik hedefleriyle entegre edilebilir.
Bir Uyarı ve Fırsat: Gelecek Hâlâ İnşa Edilebilir
Bugün Ortadoğu ülkelerinin kendilerine sorması gereken soru şudur: “Petrol bize daha ne kadar kazandıracak?” değil, “Petrol sonrası dünya için biz ne hazırladık?” Ortadoğu ülkeleri, bu dönüşüme ayak uyduramazsa tarih onları sadece israf edilen fırsatlarla anacaktır. Ama eğer doğru stratejilerle hareket edilirse, Ortadoğu sadece jeopolitik mücadelelerin değil, bilgi çağının da merkezlerinden biri olabilir. Ancak görünen şudur ki adı geçen ülkelerin bu fırsatı değerlendirme çabalarının çok cılız olduğudur!
Mevcut durumda, Türkiye, bu dönüşümde sadece gözlemci değil, ortak akıl ve ortak üretim temelinde bir aktör olmalıdır. Bu, hem bölgesel istikrar hem de Türkiye'nin küresel rolü açısından stratejik bir fırsattır. İlgilerinize sunulur.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
www.gazeteankara.com.tr
“Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi”
YORUM YAP