YAZARLAR

25 Haziran 2025 Çarşamba, 08:00

Nükleer Enerji ve Nükleer Silahsızlanma: Küresel Perspektif ve Türkiye'nin Konumu

Merhaba değerli okuyucular,

Sizleri en içten dileklerimle selamlıyorum. Bu yazının amacı, nükleer enerjinin tarihsel gelişimi, barışçıl ve askeri kullanımları arasındaki farklar, Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) çerçevesinde uluslararası güvenlik ve iş birliği mekanizmaları ile Türkiye’nin bu alandaki konumunu ve gelecekteki hedeflerini sizlerle paylaşmaktır. Ayrıca, son günlerde sınırımızda ve komşu coğrafyamızda yaşanan çatışmalara sebep olan nükleer anlaşmazlıkları daha iyi anlamamıza katkı sağlamak amacıyla da bir değerlendirme yapılmıştır.

1. Giriş
Nükleer enerji, atom çekirdeğinin parçalanması (fisyon) veya birleşmesi (füzyon) süreçlerinden elde edilen yüksek yoğunluklu enerjidir. Özellikle elektrik üretimi alanında büyük potansiyel taşıyan bu enerji biçimi, aynı zamanda nükleer silahların da temelidir. Bu durum, nükleer teknolojiyi hem barışçıl kalkınma hedeflerinin hem de küresel güvenlik risklerinin merkezine yerleştirmiştir.

Nükleer enerjinin barışçıl kullanımını yaygınlaştırmak ve nükleer silahların yayılmasını önlemek amacıyla uluslararası toplum, 1970 yılında yürürlüğe giren Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) gibi çeşitli mekanizmalar geliştirmiştir. Bu makalede, nükleer enerjinin tarihsel gelişimi, NPT’nin kapsamı ve eleştirileri, Türkiye’nin bu süreçteki rolü ve gelecekteki yönelimleri ele alınacaktır.

2. Nükleer Enerjinin Tarihsel Gelişimi
Nükleer enerjinin temelleri, 1938 yılında Otto Hahn ve Fritz Strassmann’ın uranyum çekirdeğinin bölünebildiğini keşfetmesiyle atıldı. Ardından Enrico Fermi, 1942 yılında ABD'de ilk kontrollü zincirleme nükleer reaksiyonu gerçekleştirdi. Ancak bu teknolojinin kamuoyuna ilk yansıması, 1945 yılında ABD'nin Hiroşima ve Nagazaki’ye atom bombası atmasıyla oldu. Nükleer enerjinin yıkıcı gücü tüm dünyayı derinden sarstı.

Savaş sonrası dönemde, ABD Senatosu’nda yapılan tartışmalar sonucunda nükleer teknolojinin sadece savunma amaçlı kullanımı yönünde kararlar alındı. Ancak 1950’lerde Sovyetler Birliği ve İngiltere’nin nükleer silah denemeleri bu politikaların sürdürülemez olduğunu gösterdi. Bu çerçevede, ABD Başkanı Eisenhower’ın 1953 yılında başlattığı “Barış için Atom” programı ile nükleer teknolojinin barışçıl kullanımını teşvik eden yeni bir dönem başladı. Bu doğrultuda 1957 yılında kurulan Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA), nükleer teknolojinin güvenli ve barışçıl kullanımını denetlemekle görevlendirildi.
1954’te Sovyetler Birliği’nin Obninsk Nükleer Santrali ile başlayan ticari nükleer enerji üretimi, kısa sürede İngiltere, Fransa, Japonya, Kore ve diğer ülkelerde de yaygınlaştı. 1970’lere gelindiğinde nükleer enerji, birçok ülkenin elektrik üretiminde önemli bir kaynak haline geldi. Ancak bu gelişime, 1986 Çernobil ve 2011 Fukushima gibi ciddi kazalar gölge düşürdü. Bu kazalar, nükleer enerjinin güvenlik boyutunu yeniden uluslararası gündeme taşıdı.

3. NPT ve Uluslararası Nükleer Güvenlik Çerçevesi
Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT), 1 Temmuz 1968’de imzaya açılmış ve 5 Mart 1970’te yürürlüğe girmiştir. 11 Mayıs 1995’te süresiz olarak uzatılan antlaşmanın üç temel amacı bulunmaktadır:

  1. Nükleer silahların yayılmasını önlemek,
  2. Nükleer silahsızlanmayı sağlamak,
  3. Nükleer enerjinin barışçıl kullanımı için uluslararası iş birliğini teşvik etmek.

NPT bugün itibarıyla 190 devleti kapsamaktadır. Ancak Hindistan, İsrail ve Pakistan antlaşmayı imzalamamış; buna rağmen nükleer silah geliştirmiştir. Kuzey Kore ise 2003 yılında NPT'den çekildiğini açıklamıştır.
Antlaşma, barışçıl nükleer teknolojiye erişim hakkını korurken, nükleer silah sahibi ülkelerin ayrıcalıklı konumlarını da meşru kılmakla eleştirilmektedir. Özellikle ABD, Rusya, Çin, Fransa ve İngiltere’nin sahip olduğu bu statünün korunduğu ve silahsızlanma yönünde yeterli ilerleme sağlanamadığı yönündeki eleştiriler yaygındır. Bu durum, özellikle gelişmekte olan ülkelerde güven sorunu yaratmakta ve NPT’nin adaletsiz uygulandığı algısını güçlendirmektedir.

4. Türkiye’nin Nükleer Enerji Politikası ve NPT’deki Yeri
Türkiye, 1980 yılında NPT’yi imzalayarak nükleer silahların yayılmasının önlenmesi çabalarına destek vermiştir. Aynı zamanda antlaşma kapsamında, barışçıl amaçlarla nükleer teknolojiye erişim hakkına sahiptir.
Nükleer enerjinin Türkiye’deki kurumsal temelleri, 1956 yılında Atom Enerjisi Komisyonu’nun kurulmasıyla atılmıştır. 1961’de İstanbul Teknik Üniversitesi’nde nükleer mühendislik eğitimi başlamış, 1962’de Küçükçekmece’de TR-1 araştırma reaktörü devreye alınmıştır. Bu altyapı, 1980’lerde TR-2’ye dönüştürülerek genişletilmiştir. 1979’da İTÜ’de TRIGA Mark-II araştırma reaktörü kurulmuştur. 1982’de Hacettepe, 1983’te Ege ve daha sonra Ankara ve Sinop üniversitelerinde nükleer mühendislik bölümleri açılmıştır.

Türkiye’nin nükleer güç santrali kurma çabaları ise uzun süredir gündemdedir. 2010 yılında Rusya Federasyonu ile imzalanan devletlerarası anlaşma sonucunda Akkuyu Nükleer Güç Santrali projesi başlatılmış ve santralin ilk ünitesinin 2026 yılında elektrik üretimine geçmesi planlanmıştır.

Ancak Türkiye’nin sadece nükleer santral kurması değil, kendi teknolojisini geliştirmesi, Ar-Ge kapasitesini artırması ve nitelikli insan kaynağı yetiştirmesi de büyük önem taşımaktadır. Nükleer teknolojiye erişim, aynı zamanda ileri mühendislik ve malzeme teknolojilerinde de bağımsızlık anlamına gelir. Nükleer enerji ileri teknolojinin lokomotifidir.

5. Güncel Gelişmeler ve Çifte Standart Tartışmaları
NPT kapsamı dışında kalan bazı ülkeler, nükleer silah edinmelerine rağmen uluslararası sistemde ayrıcalıklı konumlarını korumaktadır. Özellikle İsrail, hem NPT’ye taraf değildir hem de nükleer silah sahibi olduğu bilinmektedir. Buna karşın Batı dünyasının İsrail’e yönelik eleştiri getirmemesi, çifte standart suçlamalarına yol açmaktadır.

Benzer şekilde, NPT’ye taraf olan ancak uranyum zenginleştirme faaliyetleriyle dikkat çeken İran’ın %60 seviyesine yakın 400 kg zenginleştirilmiş uranyum üretmesi, küresel güvenliği tehdit eden bir gelişme olarak değerlendirilmektedir. İran'ın toplam zenginleştirme kapasitesinin 8.400 kg civarında olduğu bildirilmektedir. Bu tür gelişmeler, NPT’nin caydırıcılığının zayıfladığına işaret etmektedir.

6. Sonuç
Nükleer enerji, hem barışçıl kalkınma için bir fırsat hem de küresel güvenlik açısından ciddi bir tehdit oluşturmaktadır. NPT gibi uluslararası düzenlemeler, bu ikilemi dengelemeye çalışsa da uygulamada çeşitli sorunlarla karşılaşılmaktadır. Nükleer silah sahibi ülkelerin ayrıcalıklı statüleri, silahsızlanma yönünde atılan sınırlı adımlar ve bazı ülkelerin antlaşmaya taraf olmadan nükleer silah edinmeleri, mevcut düzenin meşruiyetini sorgulatmaktadır.

Türkiye, bu süreçte barışçıl nükleer teknolojiye yönelerek enerji güvenliğini artırmayı hedeflemekte, aynı zamanda NPT çerçevesinde küresel nükleer düzenin sorumlu bir üyesi olmaya devam etmektedir. Ancak bu hedefin kalıcı ve etkili olabilmesi için Türkiye’nin nükleer Ar-Ge yatırımlarını artırması, kendi teknolojisini üretmesi ve insan kaynağını geliştirmesi gerekmektedir. Nükleer enerji, riskleri azaltılmış, şeffaf ve uluslararası hukukla uyumlu bir şekilde kullanıldığında, insanlık için büyük kazanımlar sağlayabilir.

Prof. Dr. H. Mehmet Şahin
Gazete Ankara DHP | Köşe Yazarı
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
"Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi"
bilgi@gazeteankara.com.tr | WhatsApp: +90 531 512 62 32
www.gazeteankara.com.tr

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)