YAZARLAR

24 Ağustos 2025 Pazar, 00:00

Barışın İnşası: Tarihsel Yük, Siyasal Sorumluluk ve Demokratik Gelecek

Türkiye’nin en önemli meselelerinden biri olan barış arayışı, neredeyse yüz yıllık bir tarihsel bagajla bugün yeniden siyaset sahnesinde belirleyici bir konuma taşınmış durumdadır. Bu mesele yalnızca belli bir toplumsal kesimin değil, bütün bir ülkenin demokratikleşme ve kalkınma serüveniyle doğrudan ilişkilidir. Çünkü bu sorunun çözümü; bütün bir ülkenin huzura kavuşması ve özgürleşmesidir.

2013-2015 yılları arasında gündeme gelen çözüm süreci, toplumun önüne bir umut olarak çıkmış, ancak siyasal irade eksikliği, toplumsal mutabakatın zayıflığı ve güven bunalımı nedeniyle sonuçsuz kalmıştı. Bugün benzer bir tartışma yeniden gündemdedir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nın çağrısı, Abdullah Öcalan’ın mektubu ve PKK içinden gelen “silah bırakma” işaretleri, konunun Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında bir komisyon kurulmasına kadar gelmesini sağladı. Bu tablo, Türkiye’nin kaderinde yeni bir yol ayrımına işaret ediyor.

Barış ile demokrasi arasındaki ilişki, sürecin en kritik noktasıdır. Barışın inşası yalnızca silahların susmasıyla sınırlı değildir; aynı zamanda hukukun üstünlüğü ve siyasal katılımın güvence altına alınmasını gerektirir. DEM Parti’nin süreci “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” olarak adlandırması, barışın sadece güvenlik merkezli değil, aynı zamanda demokratikleşme perspektifiyle ele aldıklarını göstermektedir. Buna karşılık iktidarın “Terörsüz Türkiye vurgusu, güvenlik merkezli bir mesajdır. Türkiye’nin ihtiyacı ise bu iki yaklaşımı birbirini tamamlayacak şekilde buluşturmaktır. Çünkü barışsız demokrasi olmaz, demokrasisiz barış da olmaz.

Bu süreçte, CHP’nin tutumu belirleyici olacaktır. Sürece yapıcı bir pozisyon alması, şeffaf yürütülmesi ve toplumun beklentilerine cevap verecek şekilde tasarlanması gerektiğinin altını çizmektedir. Bu yaklaşım, barış meselesinin yalnızca iktidara bırakılmayacak kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır. CHP’nin aktif katılımı, hem demokratik denetim hem de toplumsal meşruiyet açısından kritik bir işlev görecektir.

Toplumun farklı kesimlerinde, özellikle muhalif tabanda, mevcut sisteme duyulan güven eksikliği ciddi bir engel oluşturmaktadır. Bu nedenle asıl mesele, yalnızca bir süreç başlatmak değil, aynı zamanda topluma umut ve güven verecek adımlar atmaktır. Sivil toplumun sürece katılımı, şeffaflık ve hukuk devleti ilkelerinin gözetilmesi, bu güvenin yeniden tesis edilmesi için vazgeçilmezdir.

Türkiye, bir asrı aşan bir zaman boyunca çeşitli kültürel kimliklerin bir arada var olma mücadelesini sürdürdü. Bu sürecin en ağır bedelini şehitlerimizin aileleri, özellikle anneleri ödemiştir. Her bir şehit annesi, yalnızca bir evladını kaybetmenin acısını taşımıyor; aynı zamanda toplumsal hafızamızda silinmesi güç yaralar bırakıyor. Onların sesi, sürecin tüm aktörleri tarafından duyulmalı ve saygıyla karşılanmalıdır.

Toplumun farklı kesimleri, barış çabalarına çeşitli tepkiler gösterecektir. Bu doğal bir süreçtir. Bazıları, geçmiş travmaların ve kayıpların ağırlığıyla temkinli yaklaşırken, bazıları çözüm süreçlerine umutla bakacaktır. Bu farklılıklar, toplumsal uzlaşıyı zorlaştırsa da, diyalog ve şeffaf iletişimle aşılabilir. Barışın sürdürülebilirliği, tüm kesimlerin güvence altına alınmış, adil ve kapsayıcı bir süreçte yer almasıyla mümkündür.

Çözüm önerileri çok boyutludur. Devlet politikaları ve güvenlik yaklaşımı, hukuk ve insan hakları çerçevesinde yeniden gözden geçirilmelidir. Eğitim ve kültürel entegrasyon programları, toplumsal bilinçlenmeyi ve empatiyi artıracaktır. Şehit aileleri ve toplumun mağdur kesimleri, süreçte aktif olarak dinlenmeli ve desteklenmelidir. Yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri ve medya, barış kültürünün yaygınlaşmasında kritik rol oynayacaktır.

Başarılı bir “Terörsüz Türkiye” için barış süreci yalnızca güvenlik ve politika ile sınırlı kalamaz; ekonomik fırsatlar, istihdam ve sosyal adalet mekanizmalarıyla da desteklenmelidir. Bu şartlar sağlanmadan, süreç sürdürülebilirliğini yitirebilir. Barış, toplumun her kesiminin katkısıyla inşa edilecek bir yapıdır; ancak bu şekilde kalıcı, kapsayıcı ve onurlu olabilir.

Tarih bize sadece acıları değil, sorumlulukları da hatırlatır. Şehit annelerinin fedakârlığı ve toplumun ortak vicdanı, geleceği daha adil ve barışçıl inşa etme yükümlülüğünü yükler. Türkiye’nin demokratik olgunluğu, bu çok katmanlı, sabır ve irade gerektiren süreçte ortaya çıkacaktır. Temennimiz başarılı bir süreç sonunda kalıcı bir huzur tesis edilmesidir.

Saygılarımla

Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı

 

 

 

 

 

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)