YAZARLAR

08 Aralık 2025 Pazartesi, 18:06

Kömürün Gizlediği Nükleer Gerçek

Yıllardır konferanslarımda, derslerimde ve kamuya açık konuşmalarımda paylaştığım bazı çarpıcı verileri bugün sizlerle de paylaşmak istiyorum. ORNL (Oak Ridge National Laboratory) araştırmacılarından Dr. Alex Gabbard’ın uzun yıllara yayılan ölçümlerle ortaya koyduğu gerçekler, enerji tartışmalarına bambaşka bir perspektif getiriyor. Biz de bu çalışmadan ilham alarak Afşin–Elbistan Kömür Santrali özelinde kapsamlı bir araştırma yürütmüş, benzer sonuçlara ulaşmıştık. Enerji politikaları, çevre sağlığı ve nükleer algısı üzerine düşündüren bu bilimsel bulguları, bugün kaleme aldığı makaleyi ilgiyle okumanızı özellikle öneririm.

Kömürün görünmeyen yüzü nükleer santrallerden daha fazla radyasyon yayan bir enerji kaynağıdır.
Enerji politikaları tartışıldığında, kamuoyunun zihninde nükleer enerji çoğu zaman radyasyon riskiyle eşleştirilir. Oysa yıllardır neredeyse “temiz” bir fosil yakıt gibi görülen kömür, aslında düşündüğümüzden çok daha tehlikeli bir nükleer yük taşır. Hatta bilimsel veriler, kömür santrallerinin çevreye yaydığı radyasyonun, sıkı denetimler altında çalışan nükleer santrallerin yaydığının yüz katına ulaştığını gösteriyor. Bu şaşırtıcı durum, enerjide gerçek riskleri yeniden değerlendirmemiz gerektiğini ortaya koyuyor.

Kömür, doğası gereği uranyum ve toryum gibi radyoaktif elementleri bünyesinde barındırır. Milyonda birkaç parça gibi görünen bu miktarlar, milyonlarca ton kömür yakıldığında devasa boyutlara ulaşır. ABD’de ortalama kömür, 1.3 ppm uranyum ve 3.2 ppm toryum içeriyor. Yakım sırasında kömürün hacmi yüzde 85’ten fazla azalırken, bu elementler kül ve duman üzerinde yoğunlaşıyor ve atmosfere taşınabilir hâle geliyor. Modern filtreleme sistemlerine rağmen, bu radyoaktif maddelerin önemli bir kısmı ya bacalardan kaçıyor ya da kül depolama sahalarında yıllarca birikiyor.
Ulusal Radyasyon Koruma Konseyi’nin (NCRP) verileri çarpıcı:

  • 1000 MWe’lik bir kömür santrali, yılda 490 person-rem radyasyon etkisi oluşturuyor.
  • Aynı güçteki nükleer santral ise sadece 4.8 person-rem.

Arada 100 katlık bir fark var. Buna nükleer santrallerin lisans almak için karşılaması gereken “kişiye yıllık 0.05 mSv” gibi katı limitleri de eklersek, kömür ve nükleer arasındaki güvenlik yaklaşımı arasındaki uçurum çok daha görünür hâle geliyor.

Bir Yüzyıllık Birikim: Çevreye Dağılan Binlerce Ton Nükleer Madde
1982 yılında dünyada yakılan 2.8 milyar ton kömür, atmosfere 3640 ton uranyum, 8960 ton toryum saldı. Çernobil reaktöründe yalnızca 30 ton civarında nükleer yakıt olduğu düşünülürse, kömür santrallerinin bir yılda çevreye yaydığı radyoaktif maddenin büyüklüğü çok daha iyi anlaşılır. 1982’deki rakamlar, yüzlerce Çernobil yakıt yüküne denk geliyor. Bir Yılda Yüzlerce “Çernobil Yakıtı” Çevreye Dağılabiliyor
1999 yılında dünya genelindeki kömür tüketimi 7100 milyon tona ulaşınca:

  • 9230 ton uranyum (67.84 tonu U-235)
  • 22.720 ton toryum

doğrudan çevreye bırakıldı. Bu miktarlar, aslında yakıt olarak kullanılabilecek dev bir nükleer enerji potansiyelinin hiçbir fayda sağlanmadan atmosfere savrulduğunu gösteriyor. Kömür santralleri “Nükleer Yakıtı Boşa Harcıyor”. Yani kömürü yakarken sadece hava kirliliği yaratmıyoruz; aynı zamanda çok değerli nükleer yakıtı da hiçbir işe yaramadan çevreye savuruyoruz.

Üstelik uranyum ve toryum sadece inert atıklar değil; uygun koşullarda nötron yakalayarak silah kalitesinde U-233 ve Pu-239 üretilebilecek “verimli” malzemelerdir. Kömür külünde biriken bu maddelerin herhangi bir ülkede, görece fark edilmeyen kimyasal süreçlerle geri kazanılması teknik olarak mümkündür. Bu durum, enerji politikalarının ötesinde ciddi bir ulusal güvenlik meselesidir.

Türkiye’de Kömürün Radyolojik Ayak İzi
Türkiye’de durum daha da kritik, ülkemizde düşük kaliteli linyit kullanımının yoğunluğu, bu sorunu daha da büyütüyor. Türkiye’de yılda yaklaşık 64 milyon ton linyit yakılıyor. Bu miktar:

  • 83.2 ton uranyum,
  • 204.8 ton toryum

salımına karşılık geliyor. Sadece Afşin–Elbistan Termik Santrali’nin 10 yıllık emisyonları bile tabloyu ağırlaştırıyor:

  • 30.6 milyon ton toz
  • 37.8 milyon ton kül
  • 114.9 milyon ton CO₂
  • 5.3 milyon ton SO₂

Bu devasa rakamlar, yalnızca kimyasal kirliliği değil, uzun yarı ömürlü radyoaktif elementlerin toprağa ve havaya bıraktığı yükü de gözler önüne seriyor.

Enerjide Paradoks: Kömür, Nükleer Yakıttan Daha Fazla Nükleer Madde Saçıyor
İşin bir başka ilginç boyutu var: Kömür yakımıyla çevreye saçılan radyoaktif maddelerin enerji potansiyeli, yaktığımız kömürün ürettiği enerjiden daha yüksek. Örneğin:

  • U-235’in fisyon enerji kapasitesi 2×10⁹ kWh/ton,
  • Th-232 ve U-238’in ise breeder reaktörlerde dönüştürülmesiyle çok daha fazlası.

Yani kömür yakarken sadece hava kirliliği yaratmıyor, aynı zamanda içerdiği nükleer yakıtı da boşa harcıyoruz.

Gerçek Soru: Kömürü Neden "Temiz" Görüyoruz?
Kömür, çevreye bıraktığı CO₂, SO₂, NOₓ, ağır metaller ve partikül maddelerle zaten sağlığa ciddi bir tehdit. Ancak asıl göz ardı edilen, uzun vadeli ekolojik etki yaratan doğal radyasyon yükü.
Kömür mü tehlikeli, nükleer mi? 1000 MWe aynı enerjiyi üreten iki santral karşılaştırıldığında cevabı görebilyoruz.


Atık Türü

Nükleer

Kömür

Yıllık yakıt

27 ton

2.6 milyon ton

Yüksek radyoaktif atık

3–5 m³

CO₂

6.5 milyon ton

SO₂

44.000 ton

Ağır metal

400 ton

Kül

320.000 ton

Nükleer santraller, popüler algının aksine, tonlarca atık üretmez; tam tersine, aynı miktarda enerji için kömür santrallerinin ürettiği atığın yüz binlerce kat daha azını üretir.

Sonuç: Enerji Politikalarında Gerçeklerle Yüzleşme Zamanı
Kömürün nükleer atıklardan daha fazla radyasyon saçtığı gerçeği, artık sadece bir bilimsel merak konusu değil; enerji politikalarını yeniden şekillendirmesi gereken bir uyarıdır. Dünyada “nükleer korkusu”yla büyüyen kamuoyu, kömürün görünmez nükleer yüzüyle henüz tam olarak yüzleşmedi.
Bugün yapılması gereken şudur:

  • Kömür santrallerinin radyolojik emisyonları da nükleer tesisler gibi düzenlenmelidir.
  • Böyle bir düzenleme gelirse, kömür santrallerinin ekonomik avantajı büyük ölçüde ortadan kalkacaktır.
  • Enerji planlamasında, uzun vadeli çevresel ve sağlık maliyetleri hesaplanmalı; kısa vadeli politik tercihler değil, bilimin ışığı belirleyici olmalıdır.

Bilimsel veriler ortada. Kömür santralleri, toplumun korktuğu nükleer santrallerden daha fazla radyasyon yayıyor. Üstelik atmosfere, suya ve toprağa karışan bu radyoaktif elementler yüzyıllarca çevrede kalıyor. Enerji politikaları, artık bu gerçeği dikkate almak zorunda.

Kısacası, kömür yakmak yalnızca bir fosil yakıt sorunu değil; küresel ölçekte fark edilmeyen dev bir nükleer atık problemidir.

Prof. Dr. H. Mehmet Şahin
Gazi Üni. Öğr. Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı | Köşe Yazarı
hmsahin@gazeteankara.com.tr

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)