Dünya Siyasal Sistemi Nereye Evriliyor?
İnsanlık tarihinin siyasal serüveni, özünde hiç değişmeyen temel bir sorunun etrafında döner: Güç kimin elinde? Bu kadim soru, ilk kabilelerin ateş başındaki sorgulamalarından büyük imparatorlukların yükselişine ve modern ulus devletlerin kuruluşuna kadar her zaman merak konusu olmuştur. Ancak bugün, bu soru çok daha karmaşık ve küresel bir perdede karşımıza çıkıyor: Dünya siyasal sistemi nereye gidiyor?
Amerikan egemenliğinde kurulan II. Dünya Savaşı sonrası liberal düzen, Çin'in ekonomik ve teknolojik yükselişi ile sarsılırken, başlangıçta bir "ticaret savaşı" olarak adlandırılan gerilim, "gerçek bir savaş riski" endişesine dönüşmektedir. Küresel ağırlık merkezi belirgin bir şekilde yer değiştiriyor. Bu dönüşüm, yalnızca askeri ve ekonomik parametrelerle sınırlı değil; teknoloji, veri, tedarik zincirleri ve yapay zekânın tanımladığı çok katmanlı ve dağınık bir güç yapısının ortaya çıkışına işaret ediyor. Bu analitik deneme, tarihsel süreçte gücün el değiştiren doğasını analiz ederek, günümüzdeki çok merkezli ve kırılgan küresel sistemi inceleyecek ve siyasal sistemin geleceğine dair çıkarımlarda bulunacaktır.
İlk Çağlardan Ortaçağa: Güç Haritalarının Sessiz Dönüşü
İlk çağlarda siyasal düzen, doğrudan coğrafi avantajlara dayanıyordu. Nehir kenarındaki medeniyetler güçlüydü; tarımı geliştirenler, diğerleri üzerinde üstünlük kuruyordu. Güç, henüz devlet kavramı tam olarak oluşmadığı için bölgesel ve çok merkezli bir yapıdaydı. Ortaçağ, gücün boyutuna inancı ekledi. Avrupa'da krallar ve kilise arasındaki çatışma siyasal alanı şekillendirirken, İslam dünyası bilim, kültür ve siyasetin altın çağını yaşıyordu. İpek Yolu, yalnızca ticareti değil, kıtalararası güç akışını da sağlıyordu. Dünya kutupları çoğalmış, ancak birbirine gevşek bağlarla tutunmaya devam ediyordu.
Yeniçağ: Küresel Etkileşim ve Merkezileşmenin Başlangıcı
Yeniçağ, güç kavramının çehresini kökten değiştirdi. Coğrafi keşifler ve sömürgecilik ile beraber Avrupa merkezli devasa bir etki alanı oluştu. Bu dönem, tarihte "dünya sistemi"nden söz edilebilecek ilk çağdır. Sanayi Devrimi’nin ardından güç, sadece ordularla değil; üretim kapasitesi, sermaye birikimi ve teknolojik ilerlemeyle ölçülmeye başlandı. Devletlerarası rekabet küresel bir boyut kazanırken, siyasal güç toprak büyüklüğünden ekonomik kapasiteye kaydı. Bu başlık, Yeniçağ'ın sadece ticari bağlantı kurmaktan öte, küresel bir sistemin ve Avrupa merkezli bir gücün merkezileşmesinin başlangıcı olduğu gerçeğiyle daha iyi örtüşmektedir.
Yakınçağ ve Soğuk Savaş: İki Kutuplu Dünya Deneyimi
19. ve 20. yüzyıllar, ulus devletin yükselişine tanıklık etti. Fransız Devrimi'nden doğan ulus fikri, imparatorlukların çözülmesini hızlandırdı. II. Dünya Savaşından sonra ortaya çıkan Soğuk Savaş, dünya tarihinin en uzun soluklu gerilimlerinden birini yarattı. ABD ve Sovyetler Birliği'nin başını çektiği iki kutuplu düzen, gezegeni derin bir ideolojik fay hattına böldü. Bu dönemdeki barış, nükleer silahların varlığının sağladığı bir denge demekti; savaşın çıkmasını engelliyor ancak gerilimi sürekli yüksek tutuyordu.
Tek Kutuplu Dünyanın Kırılgan Zaferi
1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması, dünyayı kısa bir süre için tek kutupluluğa yöneltti. ABD’nin küresel hâkimiyeti, liberal düzenin kalıcı olacağına dair iyimser bir hava yarattı. Ancak küresel sistem, tek bir merkezin sorunsuz hâkimiyetine asla izin vermedi. Ekonomik krizler, bölgesel çatışmalar, Avrupa Birliği'nin iç türbülansı ve en önemlisi Çin'in hızla yükselişi, bu tek kutuplu düzenin ne denli kırılgan olduğunu kısa sürede gösterdi.
Bugünün Dünyası: Çok Kutupluluk mu, Yoksa Dağınık Güçler Çağı mı?
Günümüzde dünya, klasik tanıma uyan bir "çok kutuplu düzene" geçişten ziyade, daha karmaşık bir dönüşüm yaşamaktadır. Güç, artık yalnızca askeri kapasiteyle sınırlı değildir. Teknoloji, veri ve algoritmalar, tedarik zincirleri, finansal bağımlılık, sosyal medya etkisi ve yapay zekâ kapasitesi gibi faktörlerin her biri, ulusal siyasal gücü yeniden tanımlamaktadır.
Bir ülke ekonomik olarak devasa olabilir, ancak kritik bir mikroçip tedarik zincirindeki kopukluk onu kırılgan hale getirebilir. Amerikan ordusu hala dünyanın en büyük askeri gücü olsa da, Çin'in teknolojik alandaki atılımları bu gücü sınırlama potansiyeline sahiptir. Bu durum, gücün artık merkezî değil; dağınık, katmanlı ve sıklıkla görünmez olduğu anlamına gelir. Bu yeni yapı, güç merkezlerinin sayısının artmasından (çok kutupluluk) ziyade, gücün niteliğinin ve dağılım kanallarının değiştiği (katmanlı ve dağınık güçler çağı) bir evreye işaret etmektedir.
Sonuç: Değişimin Hâkim Olduğu Bir Dengeye Doğru
Dünya siyasal sisteminin nereye gittiğine dair kesin bir projeksiyon yapmak bugün imkansızdır. Bunun temel nedeni, gücün tarihte hiç olmadığı kadar hareketli olmasıdır. İlk kabile ateşlerinden bugünün dijital ekranlarına uzanan bu uzun yolculukta insanlık, sürekli olarak bir düzen arayışı içinde olmuştur.
Ancak görünen o ki, beklenen düzen artık durağan bir yapı değildir. Dünya, klasik çok kutupluluğun ötesinde, güç merkezlerinin sayısının arttığı ancak asıl gücün niteliğinin ve kanallarının dönüşüme uğradığı katmanlı bir yapıya evrilmektedir. Bu katmanlılık; askeri gücün yanında teknoloji, veri, finans ve küresel tedarik zincirlerinin stratejik önemini içerir. Bu durum, geleneksel jeopolitik tanımlarla çelişmez, aksine onları derinleştirir; askeri anlamda birden fazla büyük gücün (çok kutupluluk) varlığı, bu güçlerin etkinliğini sınırlayan ve kırılganlaştıran dağınık ve sivil güç faktörleriyle (katmanlı yapı) iç içe geçmiştir. Çin'in yükselişi bir kutup yaratırken, küresel ısınma veya pandemi gibi asimetrik tehditler tüm bu kutupların kontrolünü aşmaktadır.
Yeni dönemin en belirgin özelliği, sabit bir dünya düzeninin artık mümkün olmamasıdır. Dünya siyasal sistemi, tam da bu belirsizliğin ortasında, değişimin içinden doğan bir denge arayışını sürdürmektedir. Geleceğin düzeni, statik bir harita değil, sürekli yeniden çizilen, esnek ve dinamik bir dengeleme sanatı olacaktır.
Ömer YÜREKLİ I Köşe Yazarı
oyurekli@gazeteankara.com.tr
Gazete Ankara Dijital Haber portalı
YORUM YAP