YAZARLAR

09 Mayıs 2025 Cuma, 04:30

Türk Mutfağının Uluslararası Serüveni: Gastrodiplomasi

"Her yemek bir sözdür, her lezzet bir mesaj."

Yemek, birçok anlamının yanı sıra bir anlatım biçimidir. Kimi zaman bir tabak yemeğin ardına yüklenen anlam, uzun diplomatik cümlelerden daha etkili olabilir. Bu bağlamda, yemeğin diplomasisi olarak tanımlanabilecek olan gastrodiplomasi, son yıllarda ülkelerin kültürel etki alanlarını genişletmek adına kullandığı en yumuşak ama en güçlü araçlardan biri hâline gelmiştir. Türk mutfağı da bu küresel dilin önemli aktörlerinden biri olma yolunda ilerlemektedir.

Türk mutfağının uluslararasılaşma süreci, yalnızca lezzetlerin tanıtımı değil, bu toprakların ruhunun dünyaya taşınması anlamına da gelmektedir. Ancak bu serüven, yalnızca dönerin fast food zincirlerine girmesiyle ya da baklavanın vitrinlerde yer bulmasıyla sınırlı değildir. Asıl mesele, kebabın ardındaki ocakbaşı kültürünü, baklavanın içinde saklı geleneksel ustalığı, sunumun ardında yatan nezaketi, sofranın taşıdığı birlik ve misafirperverliği de taşıyabilmektir.

Bugün Türk mutfağı, dünyada tanınan ama hâlâ tam olarak anlatılamamış bir mutfaktır. Döner, Almanya sokaklarında milyonlarca insanın günlük tercihi olabilir; ama o dönerin kökenindeki göç hikâyesi, sosunda gizli coğrafi tatlar ve ustalıkla yoğrulmuş zanaatkârlık çoğu zaman gözden kaçar. Baklava, Paris'teki pastanelerde vitrinleri süsleyebilir; ama onun kat kat açılan hamurlarında gizlenen sabır, aile geleneği ve bayram sevinci, tam anlamıyla aktarılmadan eksik kalır. Gastrodiplomasi işte tam da bu eksik kalan hikâyeyi tamamlamaya çalışır.

Türkiye, “Türk Mutfağı Haftası” gibi son dönemde başlatılan küresel tanıtım hamleleriyle bu alanda önemli adımlar atmaktadır. Ancak mutfak diplomasisi yalnızca büyükelçiliklerde verilen resepsiyonlardan ya da gurme etkinliklerinden ibaret değildir. Asıl diplomasi, bir göçmenin açtığı küçük bir lokantada, bir akademisyenin uluslararası bir mutfak festivalinde kurduğu cümlede, bir yemeğin UNESCO listesine alınmasında ya da bir şefin sosyal medyada anlattığı tarifte de yaşar.

Bu noktada Türk mutfağının güçlü yönleri kadar, uluslararası arenadaki zayıf yönlerine de ışık tutmak gerekir.

Birincisi, Türk mutfağının zengin çeşitliliği, çoğu zaman tanıtımda bir dağınıklığa neden olmaktadır. Tekil ve güçlü temsiller yerine, birbirini gölgede bırakan çok sayıda tanıtım yapılmaktadır. Oysa Tayland, Japonya ya da İtalya gibi örneklerde görüldüğü üzere, global algı net bir ana imaj etrafında şekillenmektedir. Türkiye ise hâlâ “nasıl bir mutfak” olduğunu küresel dile tercüme etme aşamasındadır.

İkincisi, gastronomik marka üretiminde eksiklikler yaşanmaktadır. Örneğin döner, Almanya’da bir Türk girişimcinin müthiş başarısıyla dünya markası hâline gelmiş olsa da bugün “Türk döneri” olarak değil, “Berlin döneri” olarak tanınma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Baklava ise Yunanistan ile yıllardır süren bir kimlik mücadelesi içindedir. Halbuki bu ürünler yalnızca lezzet değil, aynı zamanda bir kültürel mirasın temsilcisidir. Bu mirasın küresel sahnede tanınması, stratejik bir iletişim çabası gerektirir. Bunu da gerçekten işin ehillerinin yönetmesi ve temsil etmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir.

Bugün gastronomi alanında yapılan her dışa dönük yatırım, aslında bir kültürel diplomasi hamlesidir. İstanbul’dan New York’a uzanan bir restoran zinciri, ekonomik kazanç sağlamanın yanında Türkiye’nin dünyadaki imajını da şekillendirir. Netflix’te yayınlanan bir belgesel, Anadolu'nun bilinmeyen tatlarını küresel vitrine taşır.

Yemeğin diplomatik gücünü fark etmek ve bu gücü bilinçle kullanmak, Türk mutfağının dünyada hak ettiği yeri bulmasının anahtarıdır. Çünkü bir sofrada kurulan bağ, hiçbir politik söylemin kuramayacağı kadar derin ve kalıcı olabilir. Türk mutfağı; yalnızca baharatlarla değil, hikâyelerle de tatlanan bir dildir. Bu dili dünyaya öğretmek için, önce kendi hikâyemizi doğru anlatmamız gerekmez mi?

Bugün döner bir simge olabilir; ama onun ardındaki göç, emek ve kültür görünür kılınmadıkça eksik kalacaktır. Baklava tatlı bir lezzet olabilir; ama onun ardındaki el emeği, ihtişam ve bayram sevinci anlatılmadıkça sıradanlaşacaktır. Gastrodiplomasi, bu eksikleri tamamlayan; sofrayı kelimelere çeviren, kültürü damak yoluyla tanıtan bir anlatıdır.

Unutulmamalıdır ki, bir ülkenin gücü yalnızca ordusunda değil, sofrasında da gizlidir.

Dr. Ceyhun Uçuk – Köşe Yazarı
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
“Türkiye’nin kalbi Ankara’nın sesi”
www.gazeteankara.com.tr

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)