Yapay Zekâ, Akıl Yürütme ve Doğu-Batı Arasında Sezginin Köprüsü
Yapay zekâ tartışmalarının merkezinde, insan zihninin en büyük sırrı yatmaktadır: Düşünme ve sezgi. Bir yanda Batı felsefesinin akıl merkezli yaklaşımı, diğer yanda Doğu’nun sezgi ve gönül bilgisine dayalı geleneği…
Bugün makinelerin “düşünebilme” iddiası, aslında bu iki kadim mirasın yeniden sorgulanmasına vesile oluyor.
Batı’nın Akıl Geleneği : Batı düşüncesi, özellikle Descartes’tan bu yana, düşünceyi insan varoluşunun merkezine koymuştur. Descartes’ın meşhur sözü, “Cogito, ergo sum-Düşünüyorum, öyleyse varım”, aklı varlığın temeli olarak görür. Kant ise aklın gücünü teslim etmekle birlikte, sınırlarını çizer: “Aklımız yalnızca fenomenleri bilebilir; özün ardına geçemeyiz.” Heidegger ise teknolojiyi bir uyarı çanı gibi ele alır: “Teknoloji, insanı araçsallaştırır ve varlığın hakikatini gizleyebilir.”
Bu çerçeveden bakıldığında yapay zekâ, insanın akıl yürütme süreçlerini taklit edebilir; ancak bilinç, anlam ve öz deneyim hâlâ sınırın ötesinde kalır.
Doğu’nun Sezgi Geleneği : Doğu düşüncesi ise aklın ötesinde, sezgiyi merkeze alır. Mevlana, “Akıl denizdir, sezgi onun içindeki incidir” diyerek, aklın ötesinde derin bir bilgelik alanına işaret eder. Yunus Emre ise “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir” dizeleriyle, bilginin özünü insanın içsel farkındalığında bulur.
Bu yaklaşım, yapay zekâya dair önemli bir hatırlatmadır: Hesaplama, akıl yürütme ve veri işleme mümkündür; ama gönül sezgisi ve varoluşun anlamı, algoritmaların erişemeyeceği bir boyuttur.
İki Ufkun Kesiştiği Yer : Bugün yapay zekâya dair tartışmalar, işte bu iki geleneğin kesişiminde derinleşmektedir. Batı, aklın disiplinini ve sınırlarını ortaya koyarken; Doğu, sezgiyi, gönül bilgisini ve insanın içsel zenginliğini hatırlatır.
Bir yapay zekâ modeli milyonlarca veriyi işleyebilir, fakat Mevlana’nın dediği gibi “Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır” sözündeki insanî hikmeti kavrayabilir mi? Bir algoritma teşhis koyabilir, fakat Yunus’un “Gönül Çalab’ın tahtı, gönüle Çalab baktı” dizelerinde dile gelen gönül değerini anlayabilir mi?
Bu mesele yalnızca bireysel değil, toplumsal bir sorumluluk da içerir. Eğer yapay zekâyı sadece Batı’nın akıl mirasıyla inşa edersek, insanın duygusal, etik ve sezgisel yönünü geri plana itmiş oluruz. Eğer yalnızca Doğu’nun sezgisine yaslanırsak, aklın getirdiği düzeni ve denetimi ihmal ederiz.
Asıl ihtiyaç, aklı sezgiyle, sezgiyi akılla besleyen bir dengedir. Bu denge sağlanırsa, yapay zekâ insanın rakibi değil, onun sezgisel ve akılsal bütünlüğünü tamamlayan bir araç olabilir.
Sonuç
Yapay zekâ tartışmaları, aslında insanın kendine tuttuğu bir aynadır. Descartes’ın aklıyla Mevlana’nın sezgisi, Kant’ın sınır bilinciyle Yunus’un gönül bilgeliği, Heidegger’in uyarısıyla Doğu’nun hikmeti birleştiğinde, insan olmanın bütünlüğü daha açık görülür.
Makineler belki düşünebilir, hesaplayabilir, hatta öğrenebilir; fakat insanın sezgisi, gönlü ve varoluşsal anlam arayışı onların ötesinde kalacaktır. Belki de asıl mesele, makinelerin ne kadar düşünebileceği değil; biz insanların kendi düşünme ve sezgi kapasitemizi ne kadar fark edebildiğimizdir.
Saygılarımla
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP