YAZARLAR

13 Aralık 2025 Cumartesi, 00:00

Türkiye’de Akademik Yükselmenin Anatomisi: Bilimsel Liyakat, Zorluklar ve Geleceğe Dair Kaygılar

Türkiye’de üniversitelerimizin en temel taşı olan öğretim üyeleri: Dr. Öğretim Üyesi, Doçent ve Profesörler yalnızca ders veren kişiler değildir. Onlar, bilimin üreten eli, toplumun aydınlık yüzü, ülkenin kalkınma dinamiğini oluşturan insan kaynağıdır. Bu nedenle akademik unvanların nasıl kazanıldığı yalnızca akademinin değil, toplumun tamamının meselesidir.


Türkiye’de akademik yükselme süreçleri, Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) ve kurum içi yönetmeliklerin belirlediği çerçevede şekillenir. Her unvan, uzun yıllara dayanan bir akademik emeğin çıktısıdır. Ancak bu süreçlerin bilimsel kriterlerle mi, yoksa tartışmalı uygulamalarla mı yürütüldüğü sorusu zaman zaman gündeme gelir. Bu soruların sağlıklı bir biçimde yanıtlanması için önce sistemin nasıl işlediğini anlamak gerekir. Bunun için öğretim üyelerinin özelliklerini unvanlarına göre konu başlıkları halinde inceleyelim.

Dr. Öğretim Üyeliği: Akademik Yolculuğun İlk Basamağı

Bu unvan, modern akademinin kapısının aralandığı noktadır. Adayın önce doktora eğitimini tamamlaması, kapsamlı bir tezi jüri önünde savunması ve ardından açılan kadrolara bilimsel faaliyetleri doğrultusunda başvurması gerekir. Yayınlar, yetkinlik değerlendirmeleri ve mülakat süreçleri bu aşamayı şekillendirir.

Bir bakıma, bilimsel üretimin temeli bu dönemde atılır; araştırma kültürü burada filizlenir.

Doçentlik: Merkezin Standartlaştırdığı Bilimsel Aşama

Türkiye’de doçentlik yalnızca üniversitelerin değil, Üniversitelerarası Kurul’un (ÜAK) yönettiği merkezi bir süreçtir. Bu durum, doçentlik sisteminin uluslararası karşılaştırmada en dikkat çeken güçlü yönüdür: Objektif bir dosya incelemesi ve belirli bilimsel kriterlere dayanması.

Doçentlik başvurusunda adaylardan:

  • Uluslararası indeksli hakemli dergilerde yayın,
  • Bilimsel kitap veya kitap bölümleri,
  • Proje, patent, atıf gibi akademik çıktılar, beklenir.

ÜAK tarafından atanmış bağımsız jüri üyeleri, adayın faaliyetlerini ayrıntılı biçimde puanlar. Birçok alanda sözlü sınav kaldırılmış; süreç artık daha öngörülebilir hale gelmiştir. Ancak doçentlik unvanını almak, doçent kadrosuna atanmak anlamına gelmez. Kadro ilanları üniversiteler tarafından açılır ve ayrı bir değerlendirme süreci işletilir. Bu ayrım çoğu zaman kamuoyu tarafından bilinmez ve kafa karışıklığı yaratır.

Profesörlük: Bilimsel Olgunluğun Zirvesi

Profesörlük, doçentlikten sonraki akademik olgunluk sürecinin sonucudur. Adayın yeni yayınlar üretmesi, projeler yürütmesi, öğrenci yetiştirmesi ve alanına katkı sunması gerekir. Üniversite bünyesinde oluşturulan jüriler bu çalışmaları değerlendirir. Olumlu rapor alındığında profesörlük kadrosu verilir.

Bu aşama, bir akademisyenin yalnızca bireysel araştırmacı olmaktan çıkıp, akademi içinde sorumluluk alan, liderlik yapan bir konuma geçişini simgeler.

Torpil Tartışmaları: Sistem mi Sorunlu, Uygulama mı?

Türkiye’de akademik yükselme süreçleri, özellikle son yıllarda sıkça “torpil” ve “liyakat” tartışmalarının konusu olmuştur. Şunu ifade etmek gerekir: Sistem, özellikle doçentlik düzeyinde, ölçülebilir kriterlere dayalıdır. Sorun, daha çok uygulamada ortaya çıkmaktadır.

Bu tartışmaların temel sebepleri şunlardır:

1. Kişiye özel ilanlar : Bazı üniversitelerde kadro ilanlarının aşırı daraltılmış şartlarla yayınlanması, kamuoyunda haklı olarak soru işaretleri yaratmaktadır.

2. Jüri değerlendirmelerinde subjektiflik : Bilimsel nicelik ölçülebilir olsa da, nitelik değerlendirmeleri kişiden kişiye değişebilmektedir.

3. Akraba ilişkileri : Zaman zaman aynı soyadına sahip akademisyenlerin yoğun olduğu fakülteler gündeme gelmekte ve “aile fakülteleri” söylemi ortaya çıkmaktadır.

4. Pozisyonların sınırlı olması: Türkiye’de akademik kadro sayısı artmakla birlikte hâlâ talebi karşılamaya yetmemektedir.

Tüm bu tartışmalara rağmen, çok sayıda akademisyen unvanlarını tamamen bilimsel üretimle hak ederek almaktadır. Bu gerçeğin göz ardı edilmesi bilim insanlarına ekserisine haksızlık olur.

Yurt Dışı ile Kıyaslama: Nerede Duruyoruz?

Akademik yükselme modelleri dünya genelinde çeşitlidir.

  •  ABD’de merkezi bir doçentlik sistemi yoktur. Her üniversite kendi değerlendirmesini yapar. Tenure sistemi, akademik özgürlüğü güçlü biçimde güvence altına alır.

Avrupa’da ülkelere göre farklı modeller görülür:

  • Almanya: Habilitasyon gibi oldukça zor bir aşama gerektirir.
  • İngiltere: Merkezi bir kurul yoktur; yayın kalitesi (özellikle Q1 dergiler) çok önemlidir.
  • Fransa: Türkiye’ye benzeyen ulusal bir değerlendirme sistemi bulunur.

Türkiye’nin avantajı; doçentliğin merkezi ve standart olmasıdır. Eleştiriler ise daha çok kadroya atama süreçlerindeki uygulamalardan kaynaklanmaktadır.

Doçentlik Puan Tablosu: Bilimin Somut Karşılığı

Türkiye’de doçentlik başvuruları 5 temel kategori üzerinden puanlanır:

  1. Uluslararası Makaleler (SCI, SCI-Expanded, SSCI, AHCI)
    - En yüksek puan bu gruptadır.
    - Q1 dergiler ayrıcalıklıdır.
  2. Ulusal Hakemli Dergiler (TR Dizin)
    -  Tamamlayıcı niteliktedir.
  3. Kitap ve Kitap Bölümleri
     - Uluslararası yayınevleri yüksek puan sağlar.
  4. Bildiri, Proje, Patent, Atıf
     - Özellikle mühendislikte patent ve projeler önem kazanır.
  5. Eğitim ve Akademik Faaliyetler
     - Ders verme, danışmanlık, jüri görevleri gibi çalışmalar yer alır.

Toplam puan genellikle 100–120 arası değişir; en az bir uluslararası nitelikli makale zorunludur.

Örnek Olarak Mühendislik Alanı

Mühendislik temel alanında puanlama özellikle SCI ve SCI-Expanded dergilerine dayanır. Q sınıfı, yazar sırası, makale türü gibi faktörler puanı belirler. Patentler ve uluslararası projeler ise alanın diğer puan kaynağıdır.

Bu nedenle mühendislik doçentliği, dünyadaki birçok sistemle karşılaştırıldığında oldukça yayın odaklı ve rekabetçidir.

Sonuç

Türkiye’de akademik yükselme süreçleri, temel olarak bilimsel ölçütlere ve belirli standartlara dayanan bir yapıya sahiptir. Dr. Öğretim Üyeliği, Doçentlik ve Profesörlük adımları yalnızca bir unvan değişikliğini değil, aynı zamanda bilimsel olgunlaşmayı, topluma karşı sorumluluğun artmasını ve akademik üretkenliğin sürekliliğini ifade eder. Bu açıdan bakıldığında sistem, kağıt üzerinde sağlam temellere dayanır: Uluslararası yayınlar, bağımsız jüri değerlendirmeleri, proje ve patent çıktıları ile belirlenmiş açık kriterler.

Ne var ki, uygulama safhasına gelindiğinde tablo her zaman ideal biçimde işlememektedir. Özellikle kadroya atanma süreçlerinde ortaya çıkan tartışmalar, akademide güven duygusunu zedelemekte ve “liyakat mi, yoksa başka etkenler mi belirleyici oluyor?” sorusunu gündeme taşımaktadır. Kişiye özel ilan iddiaları, jürilerin subjektif yorumları, bazı fakültelerde yoğunlaşan akrabalık ilişkileri ve kısıtlı kadro sayılarının rekabeti yapay biçimde artırması, toplum nezdinde haklı kaygılar oluşturmaktadır.

Ancak bütün bu eleştiriler, akademimizin emek veren çok sayıda nitelikli bilim insanının varlığını gölgelememelidir. Türkiye’de binlerce akademisyen, yıllar süren çalışmaları, uluslararası düzeyde kabul gören yayınları ve yetiştirdikleri öğrencilerle bilime gerçek anlamda katkı sunmaktadır. Sistem eleştirilebilir; fakat bu emeğin varlığı tartışılmazdır.

Bu noktada ihtiyaç duyulan, sistemi tamamen değiştirmek değil, onun bazı kritik noktalarını daha şeffaf, daha denetlenebilir ve daha hesap verebilir hale getirmektir. Çünkü akademinin itibarı, yalnızca akademisyenlerin değil, bir ülkenin kültürel seviyesinin, bilimsel gelişmişliğinin ve toplumsal geleceğinin göstergesidir.

Bu nedenle;

  • Kadro ilanlarında objektif kriterlerin zorunlu hale getirilmesi,
  • Jüri seçimlerinde bağımsızlık ve çeşitliliğin artırılması,
  • Bilimsel niteliğin sayısal göstergelerin ötesine taşınması,
  • Genç araştırmacıların desteklenmesi ve akademik özgürlüklerin güçlendirilmesi,

Türkiye’de akademik hayatın niteliğini belirleyecek en önemli adımlardır.

Bilim, güven ve liyakat üzerine yükselir. Eğer bir ülkede akademi güçlü olursa, o ülkenin düşüncesi, ekonomisi, teknolojisi ve toplumsal dayanıklılığı da güçlenir. Bu nedenle akademik yükselme süreçlerinin güçlendirilmesi, yalnızca üniversitelerin değil, tüm toplumun ortak geleceğine yapılacak en değerli yatırımdır.

Saygılarımla

Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı

 

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)