Müzisyenlerin Çığlığı: Türkiye’de Müzik Emekçilerinin Derinleşen Sorunları ve Çözüm Arayışları
Müzik, insan ruhunun sığınağıdır. Toplumların acısını, sevincini, direncini, hatta varoluş sancılarını taşıyan görünmez bir bellektir. Ancak ne acıdır ki bu belleği inşa eden müzisyenler, Türkiye’de toplumsal hayatın en kırılgan, en korunmasız meslek gruplarından biri haline gelmiştir. Sesleri kalabalık meydanlara ulaştığında alkışlanan bu insanlar, sahne ışıkları söndüğünde çoğu zaman derin bir yalnızlığın, ekonomik güvencesizliğin ve kültürel değersizleştirmenin içine düşmektedir.

Türkiye’de müzisyenlerin büyük bölümü serbest çalışma statüsünde olduğu için çalışma yaşamı neredeyse tamamen kayıt dışıdır. Sosyal güvence, düzenli gelir, iş güvencesi ya da mesleki koruma mekanizmaları, yalnızca bir beklenti olarak kalmaktadır.
Bu durum, çalışma sosyolojisinin en kırılgan emek türlerinden biri olan “prekarya” kavramıyla birebir örtüşür. Prekaryanın temel özellikleri olan belirsizlik, geçicilik ve güvencesizlik, bugün müzisyenlerin günlük yaşamının olağan bileşenleri haline gelmiştir.
Pandemi döneminde yaşanan trajik kayıplar, bu kırılgan sosyal yapının en acı göstergesi olmuştur. Bir gecede tüm sahneler kapanmış, binlerce müzisyen gelirden tamamen yoksun kalmış ve bazıları bu süreçte trajik olarak yaşamına son vererek toplumun vicdanında derin izler bırakmıştır. Bu sadece ekonomik bir kayıp değil; toplumsal bir hafıza kırılması, bir kültürel çöküş uyarısıdır.
Kültürel Değersizleştirme ve Toplumsal Görünmezlik : Bir ülkenin sanatçısına duyduğu saygı, o toplumun estetik birikimiyle doğrudan ilişkilidir. Müzisyen, sanat sosyolojisi açısından yalnızca üretici değil; aynı zamanda kültür taşıyıcısıdır.
Ancak Türkiye’de son yıllarda müzisyenlerin kültürel prestiji gitgide aşınmaktadır. Konserlere keyfi müdahaleler, sanatçıya yönelen fiziksel ve sözlü şiddet olayları, müziğin toplumsal değerinin gerilemekte olduğunu göstermektedir.
Bir toplumda sanatçının değersizleştirilmesi, yalnızca sanatçının sorunu değildir; toplumun ortak estetik ufkunu daraltan bir toplumsal krizdir. Çünkü müzisyen sessiz bırakıldığında, toplumun duyguları da sağırlaşır.
Dijitalleşme ve Telif Adaletsizliği- “Üreten Kaybediyor, Aracı Kazanıyor” : Dijital platformlar müziğin dolaşımını artırmış olsa da gelir dağılımında derin bir asimetri yaratmıştır. Büyük platformlar ile yapımcı şirketler gelir modelleri üzerinde hâkimiyet kurarken, besteci ve icracıların payı çoğu zaman yok denecek kadar düşüktür.
Akademik açıdan bakıldığında bu durum, kültür endüstrilerinde “asimetrik güç ilişkileri”nin tipik bir örneğidir.
Bir eserin milyonlarca dinlenmesine karşılık bestecinin aldığı cüzi yorum bedeli, aslında sadece bir ekonomik sorun değil; emeğin değersizleştirilmesinin kurumsallaşmış bir biçimidir.
Ekonomik Yük : Dövizdeki dalgalanmalar ve enstrüman ekipmanlarının ithal olması nedeniyle müzisyenlerin masrafları olağanüstü artmıştır. Bir kemanın, bir gitarın, bir kayıt kartının fiyatı; özellikle genç müzisyenler için artık erişilebilir olmaktan çıkmıştır.
Bu, sadece bireysel bir maliyet artışı değil; toplumun gelecekteki müzikal üretimini sınırlayan yapısal bir sorundur.
Çözüm Arayışları: "Sesin Sahibine İade-i İtibar"
Sosyal Güvence Modeli : Serbest çalışan müzisyenleri kapsayan, esnek ama garanti edici, Avrupa’daki “Sanatçı Sigortası”na benzer güvenlik sistemi oluşturulmalıdır. Bu sistem, sağlık sigortası, işsizlik desteği, emeklilik hakkı gibi temel unsurları içermelidir.
Telif Mevzuatının Dijital Çağa Uyumlandırılması : Dijital platformlardan elde edilen gelirlerin şeffaf dağıtılması ve besteci–icracı paylarının artırılması zorunludur. Bu durum sadece bireysel hak değil, kültürel adaletin gereğidir.
Konser Alanlarında Öngörülebilir ve Sanat Dostu Bir Hukuki Zemin : Keyfi uygulamalara açık mevcut düzen Tadil edilmeli; konser mekânlarının faaliyetleri rasyonel, şeffaf ve kültürel öncelikleri gözeten bir çerçeveye oturtulmalıdır.
Müzik Eğitimine ve Genç Müzisyenlere Kurumsal Destek : Konservatuvarlara altyapı desteği, genç müzisyenlere burs programları ve enstrüman desteği, kültürel geleceğimiz açısından stratejik yatırımlardır.
Meslek Birliklerinin Kurumsal Kapasitelerinin Artırılması : Örgütlenme güçlendirilmeli; müzisyenlerin çalışma koşulları meslek birlikleri ve sendikalar üzerinden toplu şekilde korunabilir hale getirilmelidir.
Son söz
Bir müzisyenin sesinin kısılması, aslında yalnızca bireysel bir kaybı değil; toplumun duygusal ve kültürel ritminde ortaya çıkan derin bir kırılmayı ifade eder. Çünkü müzik, salt işitilen bir tını değil; bir milletin tarih boyunca biriktirdiği acıların, sevinçlerin, umutların ve kimlik arayışının ortak hafızasıdır. Bu hafızayı taşıyanlar ise çoğu zaman, kendi kaderleriyle baş başa bırakılmakta ve görünmez bir sessizliğin ağırlığıyla sınanmaktadır.
Bir müzisyenin susması yahut sesinin kısılması, sahnedeki bir noksanlığın çok ötesindedir; kültürel sürekliliğin yavaş yavaş aralandığı, estetik mirasın toprağa karışmaya başladığı kritik bir eşiğe işaret eder. Zira bu ülkenin türkülerinde, ağıtlarında ve ezgilerinde mayalanan her duygu ve her ifade, toplumun ortak benliğinin tarihsel bir yansımasıdır. Müzisyenin sesindeki zayıflama, aslında toplumun hafıza merdiveninde bir basamağın eksilmesi; renklerin solması ve kültürel tınıların giderek derinleşen bir sessizliğe bürünmesidir.
Bu nedenle bugün müzisyene uzatılacak her yardım eli, yalnızca bireysel bir destek değil; yarının kültürel ve medeniyet tasavvuruna yapılan stratejik bir katkıdır. Atılacak her adım, toplumun kendi ruhsal bütünlüğünü yeniden kurma iradesinin somut bir göstergesidir. Çünkü müzisyeni korumak; toplumun kendi tarihsel sürekliliğini, duygusal birikimini ve estetik vicdanını koruması anlamına gelir.
Unutulmamalıdır ki! Bir ülkenin gerçek sessizliği, müzisyenlerinin seslerinin kısıldığı gün başlar. Ve bir ülkenin sesi, o ülkenin müzisyenlerinin nefesi kadar yükselebilir.
Saygılarımla,
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP