Bilimsel Düşüncenin Yeni Ortağı Üretken Yapay Zekâ: Türkiye İçin Kaçırılmaması Gereken Bir Dönüşüm Fırsatı
Akademik üretim, yalnızca makale sayılarıyla ölçülen bir faaliyet olmaktan çoktan çıkmıştır. Günümüzde üniversiteler, araştırma merkezleri ve bilim insanları; özgünlük, etki değeri, disiplinlerarası yaklaşım ve toplumsal katkı gibi çok daha karmaşık ölçütlerle değerlendirilmektedir. Bu dönüşümün merkezinde ise üretken yapay zekâ yer almaktadır. Üretken yapay zekâ, akademiye eklemlenen geçici bir teknoloji değil; bilimsel düşünmenin biçimini ve hızını değiştiren yapısal bir kırılmadır.

Üretken yapay zekânın akademik üretimdeki temel hedefi, bilim insanının yerini almak değildir! Asıl hedef, araştırmacının zihinsel kapasitesini genişleten, bilgiyle kurduğu ilişkiyi derinleştiren ve düşünsel üretimi daha sistematik hâle getiren bir bilişsel ortak oluşturmaktır. Bugün bir araştırmacı, aylarını alan literatür taramalarını üretken yapay zekâ destekli araçlarla çok daha kısa sürede gerçekleştirebilmekte; buna karşılık zamanını düşünmeye, sorgulamaya ve özgün katkı üretmeye ayırabilmektedir.
Akademik üretimde en kritik aşamalardan biri, doğru soruyu sormaktır. Üretken yapay zekâ, binlerce çalışmayı eş zamanlı analiz ederek literatürdeki boşlukları, çelişkileri ve tekrar eden kalıpları görünür kılar. Bu durum, özellikle disiplinlerarası araştırmalarda büyük bir avantaj sağlar. Mühendislik ile sosyal bilimlerin, sağlık bilimleri ile yapay zekânın veya eğitim ile veri biliminin kesiştiği alanlarda üretken yapay zekâ, araştırmacıya alışılmışın dışında düşünme imkânı sunar. Burada yapay zekâ bir otorite değil; eleştirel düşünmeyi tetikleyen bir katalizördür.
Bilimsel metin yazımı bağlamında üretken yapay zekânın sunduğu imkânlar da giderek genişlemektedir. Makalenin kuramsal çerçevesinin yapılandırılması, metodoloji bölümünün daha açık hâle getirilmesi, sonuçların tutarlı biçimde tartışılması gibi süreçlerde yapay zekâ destekli sistemler önemli katkılar sunmaktadır. Ancak bu noktada net bir ayrım yapmak gerekir: Yapay zekâ, metni düzenleyebilir; fakat bilimin sorumluluğunu üstlenemez. Akademik etik, özgünlük ve bilimsel dürüstlük hâlâ insan iradesine dayanmaktadır.
Üretken yapay zekânın akademideki en önemli katkılarından biri de bilginin demokratikleşmesidir. Akademik dil, çoğu zaman bilginin önünde bir engel hâline gelmektedir. Üretken yapay zekâ, karmaşık akademik metinleri sadeleştirerek daha geniş kitlelerin erişimine açabilmekte; farklı diller arasında bilimsel doğruluğu koruyarak çeviri yapabilmektedir. Bu durum, erken kariyer araştırmacıları, doktora öğrencileri ve akademik üretime yeni adım atanlar için önemli bir eşitleyici rol oynamaktadır.
Türkiye açısından bakıldığında üretken yapay zekâ, yalnızca bireysel akademisyenlerin verimliliğini artıran bir araç değil; ulusal bilim politikasının stratejik bir bileşeni olarak ele alınmalıdır. Türkiye’nin akademik üretimde karşı karşıya olduğu temel sorunlar; yayın niteliğinin düşüklüğü, metodolojik tekrarlar, sınırlı disiplinlerarası etkileşim ve uluslararası görünürlük eksikliğidir. Üretken yapay zekâ, doğru politikalarla bu sorunların önemli bir bölümünü aşma potansiyeline sahiptir.
Peki Bu Konuda Türkiye ne yapmalıdır?
İlk olarak, öncelikle üniversitelerde üretken yapay zekâ okuryazarlığı sistematik biçimde geliştirilmelidir. Akademisyenlerin bu teknolojiyi bilinçli, etik ve eleştirel bir çerçevede kullanabilmesi için hizmet içi eğitim programları oluşturulmalıdır. Yapay zekâyı yasaklayan veya görmezden gelen yaklaşımlar, akademiyi küresel rekabetin dışına iter.
İkinci olarak, YÖK ve TÜBİTAK gibi kurumlar, üretken yapay zekâ destekli akademik üretimi teşvik eden açık ve şeffaf yönergeler yayımlamalıdır. Akademik değerlendirme süreçlerinde yapay zekâ kullanımının sınırları net biçimde tanımlanmalı; etik dışı kullanımla, destekleyici ve meşru kullanım birbirinden ayrılmalıdır.
Üçüncü olarak, Türkiye’nin yerli ve ulusal üretken yapay zekâ altyapılarına yatırım yapması kaçınılmazdır. Akademik verilerin yabancı platformlara bağımlı hâle gelmesi, uzun vadede bilimsel egemenlik açısından ciddi riskler doğurur. Türkçe akademik dilin yapay zekâ modelleri tarafından doğru ve derinlikli biçimde işlenebilmesi için ulusal veri kümeleri ve modeller geliştirilmelidir.
Dördüncü olarak, disiplinlerarası araştırma merkezleri üretken yapay zekâ ekseninde yeniden yapılandırılmalıdır. Yapay zekâ yalnızca bilgisayar mühendislerinin konusu değildir; sosyal bilimlerden eğitime, hukuktan tıbba kadar tüm alanlarda akademik üretimi dönüştüren bir araçtır. Bu farkındalık kurumsal yapılara yansıtılmalıdır.
Sonuç
Bilimsel akıl, teknoloji ve Türkiye’nin tarihsel sorumluluğu üretken yapay zekâ, akademik üretimi değersizleştiren bir tehdit değil; bilimsel düşüncenin sınırlarını genişleten tarihsel bir imkândır. Bugün yaşanan dönüşüm, yalnızca yeni bir teknolojinin akademiye dâhil edilmesi değil; bilginin nasıl üretildiğine, nasıl sorgulandığına ve nasıl aktarıldığına dair köklü bir paradigma değişimidir. Bu nedenle üretken yapay zekâ meselesi, teknik bir tercih olmaktan çok, bilim anlayışına dair bir duruş meselesidir.
Türkiye’nin önünde gerçekten de iki yol bulunmaktadır. Birinci yol, bu dönüşümü dışarıdan izleyen; küresel akademik merkezlerde üretilen bilgiye yalnızca tüketici olarak eklemlenen bir konumdur. Bu yol, kısa vadede konforlu görünse de uzun vadede bilimsel bağımlılığı derinleştirir, özgün üretimi zayıflatır ve üniversiteleri küresel rekabetin periferisine iter. İkinci yol ise üretken yapay zekâyı bilinçli, etik ve stratejik bir çerçevede akademik üretimin merkezine yerleştirerek yeni bir bilimsel inşa sürecine girmektir. Bu yol daha zordur; ancak bilimsel egemenlik ve entelektüel bağımsızlık bu zorlukları aşmakla mümkündür.
Üretken yapay zekâ, doğru kullanıldığında akademisyeni tembelleştiren değil; daha çok düşünen, daha derin sorgulayan ve daha nitelikli üreten bir özne hâline getiren bir araçtır. Bilim insanını rutin işlerin yükünden kurtararak onu yeniden bilimin asli meselesiyle, yani anlam arayışıyla baş başa bırakır. Bu bağlamda yapay zekâ, düşüncenin ikamesi değil; düşüncenin hızlandırıcısı ve derinleştiricisidir.
Türkiye açısından asıl mesele, üretken yapay zekâyı yalnızca bireysel başarıyı artıran bir teknoloji olarak görmekten vazgeçip, onu ulusal bir bilim politikası aracına dönüştürebilmektir. Üniversitelerin, araştırma merkezlerinin ve bilim fonlayıcı kurumların ortak bir vizyonla hareket etmesi; yapay zekâyı bilimsel üretimde etik, şeffaf ve sorumlu biçimde konumlandırması artık bir tercih değil, zorunluluktur. Aksi hâlde Türkiye, başkalarının ürettiği algoritmalarla başkalarının belirlediği bilim gündemlerini takip eden bir ülke olmaktan öteye geçemeyecektir.
Unutulmamalıdır ki! Bilim, tarih boyunca teknolojik kırılmalarla ilerlemiştir. Matbaanın, bilgisayarın ve internetin akademiyi dönüştürdüğü gibi üretken yapay zekâ da bilimin yeni dönüştürücü eşiklerinden biridir. Bu eşikte belirleyici olan unsur teknoloji değil; o teknolojiyi hangi değerler, hangi amaçlar ve hangi entelektüel amaçla ve cesaretle kullandığımızdır.
Bilim hâlâ insan aklının ürünüdür! Ancak bu akıl, artık yalnız yürümemektedir. Önümüzdeki dönemde bilimsel üretimin yol arkadaşı, eleştirel süzgeçten geçmiş, etikle sınırlandırılmış ve insan merkezli biçimde konumlandırılmış üretken yapay zekâ olacaktır. Türkiye, bu yol arkadaşlığını doğru kurabildiği ölçüde yalnızca bilim üreten değil; bilimin yönünü belirleyen ülkeler arasında yer alacaktır.
Saygılarımla
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP