Yeni İnsanlığın Eşiğinde: Saf İnsanın Sonu mu?
21. yüzyıl, insanlık tarihinde yalnızca teknolojik değil, aynı zamanda varoluşsal bir kırılma noktasına işaret etmektedir. Sanayi Devrimi'nin ardından şekillenen “modern insan” profili, bugün dijital çağın, yapay zekânın, genetik mühendisliğin ve nöroteknolojinin etkisiyle yeniden tanımlanmakta; hatta evrimsel bağlamda bambaşka bir yöne doğru evrilmektedir. Giderek daha fazla düşünür ve bilim insanı, “doğal insanın”, yani biyolojik evrim süreci içerisinde şekillenmiş geleneksel insan modelinin yerini, bilişsel ve fiziksel kapasitesi artırılmış, dijital eklemelerle zenginleştirilmiş ve belki de ölümsüzlük kavramına yaklaşmış yeni bir varlığa bırakacağını savunmaktadır. Bu yeni dönüşüm paradigmasının merkezinde iki temel kavram yer alır. Bunlar transhümanizm ve teknolojik tekilliktir (singularity). Bu deyimleri tanımlayıp yazımıza devam edelim.
Transhümanizm: Transhümanizm; insan doğasının teknolojik müdahalelerle bilinçli biçimde iyileştirilmesini savunan felsefi bir yaklaşımdır. Bu anlayış, hastalıkların, yaşlanmanın, zihinsel sınırlılıkların ve hatta ölümün aşılabilir olduğunu ileri sürer. Geliştirilen yapay organlar, genetik mühahaleler, beyin-bilgisayar arayüzleri ve bilincin dijital ortama aktarılması gibi teknolojik ilerlemeler, bireyin biyolojik yazgısını yeniden yazma iddiasını beraberinde getirmektedir.
Bu çerçevede çağımızın insanı, artık yalnızca geçmişin “doğal” biyolojik varlığı değildir. Aynı zamanda veriyle iç içe geçmiş, hem bedenli hem dijital melez bir form olarak, yeni bir evrimsel geçiş noktasını temsil etmektedir. Nitekim bugünkü insan tipi, Homo habilis ile Homo sapiens arasındaki geçiş formları gibi, Homo sapiens ile muhtemel post-hüman türler arasında bir köprü işlevi görecektir.
Tekillik: Transhümanizmin uygulama sahası insanı geliştirmeyi hedeflerken, teknolojik tekillik kavramı çok daha radikal bir dönüşüme işaret eder. Özellikle Ray Kurzweil gibi geleceği öngören bilim insanları, yapay zekânın belirli bir noktada insan zekâsını aşacağını ve bu noktadan sonra insanlık tarihinin öngörülemez, belki de insan-ötesi bir evreye geçeceğini savunmaktadır.
Kurzweil’e göre bu dönüşüm 2045 yılı civarında yaşanabilir. Bu noktada insan aklının sınırlı bilişsel kapasitesi, yapay zekânın gelişmiş analitik yetenekleri karşısında yetersiz kalacaktır. Sonrasında iki temel senaryo olasıdır: İnsan ya yapay zekâyla bütünleşerek daha üstün bir varoluş formuna ulaşacak, ya da hâkimiyetini kaybettiği bir teknolojik düzenin edilgen bir parçasına dönüşecektir. Her iki durumda da insan kavramının kökten yeniden tanımlanması gerekecektir.
Akademik Perspektif
Oxford Üniversitesi’nden filozof Nick Bostrom, transhümanizmi yalnızca bireysel değil, türsel bir evrim biçimi olarak tanımlar. Bostrom’a göre transhümanist dönüşüm, Homo sapiens’ten Homo technologicus’a geçişin kaçınılmaz bir sonucudur (Bostrom, 2003). Bu dönüşümün etik boyutunda ise, insanlığın geleceği hakkında ciddi sorgulamaları beraberinde getirecektir.
Yapay Zekânın Evrimi: Öğrenen ve Karar Veren Makineler
Günümüzde GPT-4 gibi ileri düzey yapay zekâ sistemleri; doğal dil üretimi, görsel analiz, mantıksal çıkarım ve problem çözme gibi çok katmanlı bilişsel süreçlerde insan performansına yaklaşmış durumdadır. Derin öğrenme algoritmalarıyla donatılmış bu sistemler, artık yalnızca veriyi işlemekle kalmamakta, aynı zamanda öğrenmekte, tahmin yapmakta ve karar alabilmektedir.
OpenAI, Google DeepMind, Meta AI gibi küresel teknoloji kuruluşları, bu sistemlerin kapasitesini her geçen gün artırmakta; yapay zekâyı yalnızca araçsal değil, aynı zamanda özerk karar mekanizmalarına sahip aktörler hâline getirmektedir.
Kritik Uyarılar: Varoluşsal Tehdit mi?
Yapay zekânın sınırsız gelişimine dair kaygılar yalnızca bilim kurguya özgü değildir. Stephen Hawking ve Elon Musk gibi isimler, denetimsiz yapay zekâ gelişiminin insanlık için varoluşsal riskler taşıdığı uyarısında bulunmuşlardır. Hawking, “tam gelişmiş yapay zekâ, insanlığın son büyük icadı olabilir” ifadesiyle bu tehlikenin büyüklüğünü vurgulamıştır.
Türkiye Perspektifi: Potansiyel Var, Ancak Yol Uzun
Türkiye, bu küresel dönüşüm sürecinde henüz stratejik bir aktör konumuna gelebilmiş değildir. Bununla birlikte umut verici bazı gelişmeler mevcuttur:
- TÜBİTAK ve YÖK öncülüğünde, yapay zekâ, biyoteknoloji ve nöroteknoloji alanlarında Ar-Ge destekleri artırılmaktadır.
- ASELSAN ve HAVELSAN gibi savunma sanayi kuruluşları, yapay zekâ temelli karar destek sistemleri ve robotik platformlar geliştirmektedir.
- YÖK 100/2000 Doktora Programı çerçevesinde doğrudan transhümanizm başlığı yer almasa da, biyoinformatik, nörobilim ve yapay zekâ gibi yakın disiplinlerde akademik çalışmalar teşvik edilmektedir.
- Başta Boğaziçi, ODTÜ ve Bilkent olmak üzere bazı üniversitelerde “insan sonrası çağ” temalı seminer ve atölye çalışmaları düzenlenmektedir.
Ancak aşağıdaki eksiklikler hâlâ önemli engeller teşkil etmektedir:
- Yasal ve etik çerçevede boşluklar bulunmaktadır. Özellikle CRISPR gibi genetik düzenleme teknolojilerinin etik sınırlamaları ve yasal altyapısı Türkiye’de henüz netleşmemiştir.
- Toplumsal farkındalık düşüktür. Bu konuların eğitim sistemimizde karşılığı çok sınırlı olup, geniş kitlelerin bilgi düzeyi oldukça yetersizdir.
- Felsefi temeller eksiktir. Türkiye’de insan anlayışı, hâlen ağırlıklı olarak geleneksel, dini ve ahlaki normlarla şekillenmektedir. Transhümanist düşünce yapısı, bu kültürel zeminle sıklıkla çatışmaktadır.
Geleceğin İnsanı: Yükseliş mi, Yok Oluş mu?
Transhümanizm ve teknolojik tekillik, yalnızca teknolojik değil; aynı zamanda ontolojik, etik ve sosyolojik kırılmaları da beraberinde getirmektedir. İnsan zihinsel kapasitesi artırıldığında, sosyal adalet nasıl sağlanacaktır? Ölümsüzlük mümkün olduğunda ölümün anlamı ne olacaktır? Dijital olarak aktarılan bilinç, “insanlık” değerlerini sürdürebilecek midir?
Bu sorular, yalnızca bilim dünyasına değil; aynı zamanda din, felsefe, hukuk ve siyaset alanlarına da yöneltilmelidir.
Sonuç
İçinden geçtiğimiz çağ, insan kavramının yalnızca fiziksel değil; aynı zamanda anlam, değer ve amaç boyutlarında da yeniden tanımlandığı bir dönemdir. Eğer insan zekâsı artırılabiliyorsa, eşitlik nasıl korunacaktır? Eğer ölüm ortadan kalkıyorsa, hayatın anlamı ne olacaktır?
Bu çerçevede cevaplanması gereken temel soru şudur: Yeni insanlığın kalbinde insan kalabilecek miyiz?
Temennimiz, bütün bu dönüşüme rağmen, insani değerleri koruyabilen bir geleceği inşa etmek yönündedir. İnsan kalabilmek dileğiyle...
Prof. Dr. O. Ayhan ERDEM
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara DHP Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
www.gazeteankara.com.tr
“Türkiye’nin kalbi, Ankara’nın sesi”
YORUM YAP