İsrail Politikalarına Karşı Ortak Vicdanın Gücü: Zulmü Durdurmanın Yolları
İsrail’in Filistin halkına yönelttiği sistematik şiddet, yalnızca Ortadoğu’nun kanayan bir yarası değil; aynı zamanda insanlığın vicdanını sınayan evrensel bir imtihandır. Gazze’de her gün dökülen kan, mazlumun feryadını olduğu kadar, sessiz kalan dünyanın ahlaki iflasını da gözler önüne sermektedir. Bugün yaşanan trajedi, yalnızca bir coğrafyanın acısı değil; insanlığın değerler sisteminin, adalet anlayışının ve kurumsal ahlakının testidir. Bu zulmü durdurmak, devletlerin, uluslararası kurumların ve bireylerin ortak iradesiyle mümkündür. Zira sessizlik, zalimi cesaretlendiren en tehlikeli silahtır.
Zulmü sona erdirmek için en etkili aktörler hiç kuşkusuz devletler ve uluslararası örgütlerdir. Ancak bu yapılar, özellikle Birleşmiş Milletler (BM) çatısı altında, adalet ve eşitlik ilkeleriyle sınanmaktadır.
Bugün BM’nin mevcut işleyiş yapısı, ne yazık ki normatif idealler ile reelpolitik çıkarlar arasındaki derin çelişkiyi gözler önüne sermektedir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, üyelerin çoğunluğuyla vicdani bir tutum sergilese dahi, alınan kararlar bağlayıcılıktan yoksun olduğu için fiilen etkisiz kalmaktadır. Buna karşın, beş daimi üyenin (ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa) veto yetkisine sahip olduğu Güvenlik Konseyi, insanlık onurunu koruma iddiasıyla kurulmuşken, çoğu zaman siyasi çıkarların ve güç dengelerinin rehinesi hâline gelmiştir.
Bu yapısal çelişki, BM’nin ahlaki meşruiyetini zedelemekte; kurumun “uluslararası vicdan” misyonunu adeta vicdansızlaştırma riskiyle karşı karşıya bırakmaktadır. Bir başka ifadeyle, adaletin evrensel temsilcisi olması beklenen bir kurumun, mazlumun feryadı karşısında sessiz kalması, insanlığın ortak değerlerinin erozyonuna yol açmaktadır.
Oysa adalet, diplomatik bir retorikten ibaret değildir; somut eylemlerle var olur. Uluslararası hukuk mekanizmaları, özellikle Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) savaş suçlarını soruşturmakta daha cesur ve tarafsız davranmalıdır. Ambargo, yaptırım ve diplomatik baskılar; yalnızca kınama bildirileriyle sınırlı kalmamalı, zulmü durduracak somut sonuçlar üretmelidir. Çünkü uluslararası adalet, ancak icra edilebildiği ölçüde bir anlam taşır.
Sivil Toplum ve Medyanın Gücü
Amnesty International, Human Rights Watch ve Filistin merkezli Al-Haqq, Al-Mezan gibi örgütler, insan hakları savunusunu vicdanın diliyle tarih sahnesine taşımaktadır. Bu örgütlerin hazırladığı raporlar, uluslararası hukukun suskunluğunu bozan belgeler niteliğindedir.
Ancak bu çabaların etkili olabilmesi, medyanın hakikati görünür kılmasıyla mümkündür. Bugün medya, ya zulmü perdeleyen bir sis perdesi ya da hakikatin aynasıdır. Gerçekleri dillendiren basın kuruluşları mazlumun sesi olurken, sessiz kalan ya da manipülatif yayın yapan medya organları, istemeden de olsa zulmün en güçlü propaganda aracına dönüşmektedir. Bu nedenle medya etiği, Filistin meselesinde yalnızca gazetecilik sorumluluğu değil, insanlık sorumluluğudur.
Kamuoyu ve Ekonomik Boykot
Modern çağın en sessiz ama etkili direniş aracı, ekonomik bilinçtir. BDS (Boycott, Divestment and Sanctions) hareketi, bireysel tercihlerle küresel politikaları etkilemenin mümkün olduğunu göstermiştir. Tüketicinin, sermayenin ve yatırımların yönü, adaletin de yönünü belirler. Küçük gibi görünen bireysel boykotlar, birleştiğinde büyük bir etik baskı oluşturur. Çünkü insanlık, yalnızca savaş meydanlarında değil; alışveriş sepetlerinde, yatırım portföylerinde ve banka hesaplarında da sınav vermektedir.
Türkiye ve Uluslararası Yardım Kuruluşlarının Katkısı
Türkiye, tarihsel ve kültürel sorumluluğunun bilinciyle, Filistin meselesinde insani diplomasi ve yardım alanında etkin bir rol üstlenmektedir. AFAD, Türk Kızılayı, Diyanet Vakfı, İHH, İDDEF, Deniz Feneri ve “Gazze İçin El Ele” gibi kampanyalar, yalnızca yardım değil; insanlık onurunun yeniden inşası için birer umut köprüsüdür. Bu çalışmaların yanı sıra, Addameer, HaMoked, PCATI gibi uluslararası kuruluşlar, hukuki ve insan hakları savunusunda kritik direnç noktaları oluşturmaktadır. Bu çabalar, yalnızca Filistin halkının değil, insanlığın geleceğine yapılan bir yatırımdır.
Küçük Adımlar, Büyük Etkiler ve Bireylerin Sorumluluğu
Elbette bireyler, zırhlı tankları durduramayabilir, füzeleri susturamayabilir. Ancak hakikati yayabilirler, yardıma muhtaç olan bir insana ulaşabilirler, toplum vicdanının diri kalmasına katkı sağlayabilirler.
Bağışlar, gönüllü faaliyetler, sosyal medya üzerinden bilinçlendirme çalışmaları ve diplomatik dilekçeler, görünürde küçük ama etkisi büyük eylemlerdir. Çünkü vicdanın örgütlü hâli, adaletin başlangıcıdır. Her birey, insanlık vicdanının bir hücresidir; sustuğunda sistem çöker, konuştuğunda insanlık dirilir.
Sonuç
Filistin meselesi, sadece siyasal bir çatışma değil; insanlığın ahlaki aynasıdır. Eğer bugün bu zulme karşı sessiz kalırsak, yarın kendi çocuklarımızın feryadına da sağır kalırız. İnsanlık, vicdanıyla vardır; vicdanını kaybeden toplumlar, ahlaki meşruiyetini de kaybeder. Gazze’de akan kanı durdurmak, yalnızca bir halkı değil, insanlığın onurunu kurtarmaktır. İnşası, insanlığın kurtuluşudur. Unutulmamalıdır ki, vicdanını kaybeden insan, insanlığını da kaybeder.
Saygılarımla
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP