Herkes Kendi Leylâ’sı İçin Türkü Söyler: Varoluşun Sessiz Ahenkleri
Hayatın en derin sırlarından biri, insanın kendi iç dünyasında saklıdır. İnsan, yalnızca nefes alan bir varlık değildir; aynı zamanda varoluşuna anlam katmak isteyen bir ruha sahiptir. “Herkes kendi Leylâ’sı için türkü söyler” sözü, işte tam da bunu hatırlatır: Her insanın bir Leylâ’sı, yani bir anlam merkezi, bir arayış odağı vardır. Bu Leylâ bazen bir kişi olur, bazen bir düşünce, bir sanat, bir ülkü veya bir inançtır. İnsan, yaşamını bu Leylâ’ya ulaşmak için kurar; türkü söylemek ise bu yolculuğun sesi, varoluşun dışa vurumudur.
Düşünür Albert Camus, insanın hayatı boyunca bir “anlam arayışında" olduğunu söyler. “İnsan hayatın anlamını sorgulamadan yaşayamaz.” Bu sorgulama, herkesin kendi Leylâ’sını bulma yolculuğudur. Marie Curie (1911 yılında radyum ve polonyumun keşfi ve araştırılmasındaki rolünden ötürü Nobel Kimya Ödülü'ne layık görüldü.), radyum ve polonyumu keşfederken yalnızca bilimi değil, kendi Leylâ’sını, yani insanlığa katkı yapma arzusunu takip ediyordu. Benzer şekilde Vincent Van Gogh, fırçasını tuvale dokundurduğunda sadece renkleri değil, kendi iç dünyasının türküleri olan duyguları da ifade ediyordu.
Mecnun’un Leylâ’ya olan aşkı, hakikate ulaşma çabasının sembolüdür. Tasavvufî düşüncede Leylâ, mutlak hakikatin, Allah’ın veya güzelliğin sembolü hâline gelir. Mevlânâ, bir şiirinde der ki: “Gel, gel, ne olursan ol, gel! Yalnızca aşk için gel.”
Bu çağrı, herkesin kendi Leylâ’sı uğruna yürüdüğü yolun özünü özetler. İbn Arabî’ye göre insanın içindeki “Mecnunluk”, hakikati bilme, aşk ile varoluşu anlamlandırma arzusudur. Her türkü, ruhun sessiz duasıdır; her adım, eksikliğini tamamlamaya doğru atılmış bir adımdır.
Hepimiz kendi Leylâ’mızı farklı biçimlerde görürüz. Kimimiz bilimin çöllerinde yürür, kimimiz sanatın, kimimiz aşkın, kimimiz inancın yollarında… Her birimizin türküsü, kendi Mecnunluğu’nun sesidir. Shakespeare’in dediği gibi:
“Bütün dünya bir sahnedir.
Ve tüm erkekler ile kadınlar yalnızca oyuncudur.”
Bu sahnede, hayatı anlamlandırmak, kendi Leylâ’sına ulaşmak için söylenen her türkü, insanı insan yapan sessiz ahenktir. İnsan, eksikliğini fark eder; tamamlanmamış bir bütün olarak doğar. Bu eksikliği dolduracak olan, onun Leylâ’sıdır ve o Leylâ’ya ulaşmak, belki de hiçbir zaman tamamlanmayacak bir yolculuktur. Ama önemli olan, o yolculukta söylenen türküdür. Çünkü insanı insan yapan, ulaştığı yer değil, o sevda için yürürken söylediği melodidir.
Tarihten örneklerle bakacak olursak, Mahatma Gandhi’nin hayatı bir türkü gibidir; şiddetsiz direnişi, kendi Leylâ’sı uğruna söylediği özgürlük ve adalet türküsüdür. Marie Curie’nin laboratuvarlarda geçen yalnız ve zorlu yılları, insanlığa hizmet aşkının melodisi olmuştur. Ve bizler, kendi hayatlarımızda küçük de olsa, kendi Leylâ’mız için türküler söyleyerek varoluşumuzu anlamlandırırız.
Sonuç
Her insanın kendi Leylâ’sı vardır... Her bir Leylâ, insanın varoluş yolculuğunun, aşkın, bilginin, sanatın ve inancın sessiz ama derin melodilerini taşır. Herkes kendi türküsünü söyler; çünkü insanı insan yapan, o yürüyüşteki aşk, dinginlik ve içindeki ahenktir.
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP