YAZARLAR

02 Kasım 2025 Pazar, 07:51

BM Güvenlik Konseyi’nde Veto Hakkı: Tarihsel Zorunluluk mu, Adaletsiz Bir Ayrıcalık mı?

Birleşmiş Milletler (BM), uluslararası barışı ve güvenliği koruma amacıyla, İkinci Dünya Savaşı'nın yıkımının ardından 1945 yılında kurulmuştur. Kuruluş mimarisi, o dönemin siyasal güç dengesinin bir yansıması olarak şekillendi. Savaşın galipleri olan Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği (şimdiki Rusya Federasyonu), Birleşik Krallık, Fransa ve Çin, Güvenlik Konseyi’nde daimi üye statüsüyle özel bir konuma yerleştirildi. Bu beş ülkeye tanınan veto hakkı, başlangıçta uluslararası barışın sürdürülebilmesi için büyük güçlerin onay ve katılımına bağlı olduğu gerekçesiyle "tarihsel bir zorunluluk" olarak empoze edildi. Müttefik Devletler, BM’nin etkinliği için kendi rızalarının vazgeçilmez olduğunu ileri sürerek veto hakkını şart koşmuşlardır. Bu durum, BM sisteminin "büyük güçlerin rızasına dayalı barış" anlayışı üzerine inşa edildiği anlamına gelmektedir.

Ancak aradan geçen zamanda, bu düzenleme uluslararası toplumun iradesini sınırlayan ve adalet duygusunu aşındıran bir ayrıcalığa dönüşmüştür. Daimi üyeler, yalnızca kendi ulusal çıkarlarına aykırı buldukları gerekçesiyle, milyonlarca insanın kaderini etkileyen kararları engelleyebilmektedir. ABD’nin İsrail’e yönelik kararları veto etmesi veya Rusya’nın Ukrayna’ya ilişkin tasarıları reddetmesi gibi güncel örnekler, bu adaletsizliğin somut göstergeleridir. Bu tablo, BM’nin eşit egemenlik, hukukun üstünlüğü ve adalet gibi kuruluş ilkeleriyle açıkça çelişmektedir. Konseyin yapısı, pratikte devletlerarası eşitliği ihlal eden bir "kalıcı hiyerarşi" yaratmaktadır. Böylece, başlangıçta barışı koruma amacıyla kurulan sistem, günümüzde barışın önündeki en büyük engellerden biri haline gelmiştir. Veto hakkı, tarihsel olarak anlaşılabilir olsa da, günümüz dünyasında meşruiyetini tamamen yitirmiştir.

Küresel Temsil Krizi ve Dışlanan Medeniyetler

Yukarıda ortaya konan bu adaletsizlik eleştirisi, özellikle dünya nüfusunun önemli bir kısmını ve geniş coğrafyaları temsil eden büyük medeniyet havzalarının Konsey'deki daimi üyelik ve veto yetkisine sahip olmaması gerçeğiyle derinleşmektedir.

İslam Ülkelerinin Durumu (2 Milyarlık İslam Dünyası Neden Yok?)

Dünya nüfusunun yaklaşık dörtte birini oluşturan 2 milyara yakın nüfusa sahip İslam dünyasının, BM Güvenlik Konseyi'nde daimi üye ve dolayısıyla veto hakkına sahip bir devletle temsil edilmemesi, sistemin en büyük temsil krizlerinden birini oluşturmaktadır.

·         Temsil Eşitsizliği: İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) çatısı altında toplanan onlarca bağımsız devlet, coğrafi genişliği, kültürel zenginliği ve nüfus yoğunluğuna rağmen, küresel barış ve güvenlik kararlarında kalıcı söz hakkına sahip değildir. Bu durum, dünya nüfusunun dörtte birinin karar alma süreçlerinde hak ettikleri şekilde temsil edilmediği anlamına gelmektedir.

·         Etkilenen Coğrafya: Güvenlik Konseyi'nin kararlarının ve daimi üyelerin vetolarının en çok etkilediği bölgelerden biri Orta Doğu ve Kuzey Afrika coğrafyasıdır. İsrail-Filistin sorunu, Konsey'de hakkında en çok veto kullanılan konular arasında yer almış ve özellikle ABD vetoları, uluslararası toplumun iradesini geçersiz kılmıştır. Arap Birliği'ne üye ülkeler de, 5 daimi üyenin "keyfi vetolarına bağlı" karar mekanizmasından en çok etkilenenler olarak daimi üyelik talebini sürdürmektedirler.

·         Adalet Talebi: Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, uzun süredir dile getirdiği “Dünya 5’ten büyüktür” şiarıyla bu sistemi eleştirmekte ve “daha adil bir dünya düzeni” fikrini savunmaktadır.

Türk Dünyasından Neden Hiçbir Devlet Yok? (350 Milyonluk Türk Dünyası)

Benzer bir temsil krizini, yaklaşık 350 milyonluk nüfusa sahip olan ve Avrasya coğrafyasında stratejik bir alana yayılan Türk dünyası da yaşamaktadır. Türk devletleri, tarihsel ve kültürel bağlarının yanı sıra, bulundukları jeopolitik konum itibarıyla küresel güvenlik meselelerinde doğrudan ilgili taraflar olmalarına rağmen, Güvenlik Konseyi'nin daimi üyeleri arasında yer almamaktadır.

·         Jeopolitik Önemi: Kafkasya, Orta Asya ve Avrasya’nın doğu kuşağında yer alan Türk devletleri, küresel güç rekabetinin, enerji koridorlarının ve bölgesel çatışmaların merkezinde bulunmaktadır. Ancak bu coğrafyanın güvenliği ve istikrarına ilişkin kararların alındığı uluslararası mekanizmalarda kalıcı bir söz hakkına sahip olmamaları, kendi kaderlerini etkileyen konularda edilgen konumda kalmalarına neden olmaktadır.

·         Ortak Kültürel Kimlik: Türk Devletleri Teşkilatı (eski adıyla Türk Konseyi) gibi oluşumlarla kurumsallaşan Türk dünyası, küresel siyasette ortak bir ağırlık oluşturma potansiyeli taşımaktadır. Ancak BM’deki mevcut “kalıcı hiyerarşi”, bu potansiyelin uluslararası karar alma süreçlerine tam olarak yansımasını engellemektedir.

·         Türkiye'nin Eleştirisi: Türkiye, Güvenlik Konseyi’nde veto kullanımının “keyfi ve zararlı” bir araca dönüştüğünü açık biçimde eleştirmiştir. Türkiye, bu adaletsizliğin giderilmesini ve Konsey’in daha temsili, demokratik, şeffaf ve hesap verebilir bir yapıya kavuşturulmasını savunmakta; reform çabalarına yapıcı bir şekilde katılmaya devam edeceğini belirtmektedir.

Reformun Önündeki Kilitlenmiş Sistem

Güvenlik Konseyi'nin reforme edilmesi yönündeki çağrılar son yıllarda pek çok ülke tarafından dile getirilmiştir. Daimi üye sayısının artırılması, veto hakkının sınırlandırılması veya karar alma mekanizmalarının demokratikleştirilmesi gibi öneriler gündeme gelmiştir. Ne var ki, bu reformların hayata geçirilebilmesi için bile mevcut daimi üyelerin onayı gerekmektedir. Bu durum, sistemi kendi adaletsizliğini koruyacak şekilde "kilitlemiştir".

Sonuç

BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto hakkı, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından uluslararası sistemi büyük güçlerin rızasına dayalı bir barış üzerine oturtan ve dayatılan/empoze edilen bir durum olarak ortaya çıkmıştır. Ancak günümüzde bu ayrıcalık, 2 milyarlık İslam dünyası ve 350 milyonluk Türk dünyası gibi geniş medeniyet havzalarının karar alma süreçlerinden dışlanmasıyla birleştiğinde, uluslararası barışın evrensel değil, seçici biçimde işletilmesine neden olan küresel bir adaletsizlik kaynağı haline gelmiştir. Gerçek bir küresel barış düzeni, ancak güç dengesi yerine adalet dengesi üzerine kurulduğunda mümkün olabilecektir. Bu da, küresel nüfusun ve medeniyetlerin hak ettikleri kalıcı temsilin sağlandığı, daha demokratik ve hesap verebilir bir Güvenlik Konseyi reformunu zorunlu kılmaktadır.

Ömer YÜREKLİ I Köşe Yazarı
oyurekli@gazeteankara.com.tr
Gazete Ankara Dijital Haber portalı

YORUM YAP

Yorumu Gönder

YORUMLAR (0)