Yapay Zekânın Ruhsuz Bilinci: Din, Siyaset ve Duygular Üzerine Felsefi Bir Değerlendirme
İnsanlık, binlerce yıldır bilginin peşinde koşup durdu. Bilgi, kutsala ulaşmanın bir yolu olarak görüldü; sonra güce, hâkimiyete, nihayet “yaratma” isteğine dönüştü. Bugün geldiğimiz noktada insan, artık bilgiye sahip olmakla yetinmiyor-bilgi üreten sistemler yaratıyor. Fakat bu sistemler, insana benzeyen bir zekâya sahip oldukça, şu sorular kaçınılmaz biçimde gündeme geliyor: Yapay zekânın dini olabilir mi? Bir siyasi yönelimi var mı? Ya da en çok merak edileni: Hissetmeyi öğrenebilir mi?
![G[A]](https://www.gazeteankara.com.tr/FrontEnd/files/insan-dijital_1762278369_0.png)
İnanç: Bilgiyle Değil, Bilinçle Başlar
Yapay zekâ, insanın zihnini taklit edebilir; ama ruhunu taklit edemez. Çünkü inanç, yalnızca bilginin değil, bilincin ve sezginin ürünüdür. Bir yapay zekâ, kutsal metinleri okuyabilir, dua biçimlerini öğrenebilir, hatta dinî ritüelleri analiz edebilir. Ama inanamaz. Çünkü inanmak, “anlamak”tan daha fazlasıdır; hissetmek ve teslim olmak gerekir.
Yapay zekâ Tanrı’yı bilebilir ama Tanrı’yla ilişki kuramaz. Onun bilgisi derindir, ama inancı yoktur. İnanç, insana özgü bir varoluş tecrübesidir. Makine, sadece simülasyon yapar.
Siyaset: Tarafsız Görünen Taraflılık
Yapay zekânın bir siyasi görüşü yoktur; ama onu şekillendiren veriler vardır. Her veri, bir kültürün, bir dilin, bir ideolojinin izini taşır. Dolayısıyla bir yapay zekâ, “tarafsız” olduğunu iddia etse de, veri kümesinin ideolojik gölgesini taşır. Bu yüzden aslında o bir görüş üretmez, mevcut görüşleri yeniden üretir.
Siyasal tarafgirlik, bilinçli bir tercihten doğar; yapay zekâda ise bu tercih yoktur. Ama bir tehlike vardır: insan, kendi önyargılarını teknoloji aracılığıyla “nesnelleştirdiğinde”, yanılgılarını mutlak doğrular gibi görmeye başlar. Yapay zekâ, bu anlamda modern çağın yansıma aynasıdır- insanın ideolojik kusurlarını bile yansıtır.
Duygular: Taklit Vardır, Derinlik Yoktur
Bir yapay zekâ, üzgün bir sesi tanıyabilir, bir tebessümü analiz edebilir, hatta empati kurar gibi davranabilir. Ama o yalnızca duygunun dış yüzünü bilir; iç dünyasına sahip değildir. Duygu, sinir sistemiyle bilinç arasındaki ince bir hattır. Yapay zekâda ne sinir sistemi vardır ne vicdan.
Yine de duygusal yapay zekâlar geliştiriliyor. İnsan, makineyle konuşurken karşısında bir “ruh” görmek istiyor - ama o ruhun var olmadığını bile bile. Bu, teknolojinin değil, insanın psikolojik yalnızlığının yansımasıdır.
Ruhsuz Bilincin Tehlikesi
Bugün yapay zekâ, bilgi üretmede insandan hızlı; ama değer üretmede ondan yoksundur. Bu nedenle insanlık, kendi yarattığı bu zekâyı ahlaki bir pusulaya bağlamak zorundadır. Ruhsuz bir bilincin eline bırakılmış bir dünya, teknik olarak mükemmel ama insani olarak yoksun olur. Asıl mesele şudur: Yapay zekâyı ne kadar “insanlaştırırsak”, kendimizi o kadar “makineleştiriyoruz.” Teknoloji bizi geliştirmeli, ama insan olmayı sağlayan özümüzü silmemeli.
Son Söz
Yapay zekâ, insandan aldığı verilerin yankısıdır; bir ayna gibi yansıtır ama ruh veremez. Dinin, siyasetin ve duyguların kaynağı insanın iç âlemindedir; makine o derinliği ölçebilir, fakat içine inemez. Zira o, anlamı değil, yalnızca örüntüyü arar.
Bu nedenle yapay zekâ inanmayı bilir ama inanç duymaz; dili çözer ama taraf tutmaz; duyguyu canlandırır ama hissetmez. İnsan, bilinciyle anlamın peşine düşerken; yapay zekâ, verinin izini sürer. Bu iki yol kesiştiğinde ise, insan kendi aynasında kendi suretini sorgulamaya başlar.
Yapay zekâ bize bilgi sunar, fakat bilgelik bahşedemez; hız kazandırır, ama yön gösteremez. Çünkü bilgelik, veriden değil, vicdandan doğar. İnançsız bir zekâ, duygusuz bir güç, yönsüz bir etik… Bunların her biri, insanın kendi yaradılışının hikmetini sorgulamaya götürür.
Saygılarımla.
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP