Yapay Zekâ Çağında Yeni Meslekler: Türkiye İçin Tarihi Bir Fırsat mı?
Dünya, belki de Sanayi Devrimi’nden bu yana en köklü dönüşümlerden birini yaşıyor. Yapay zekâ (YZ), artık yalnızca laboratuvarlarda ya da büyük teknoloji şirketlerinin Ar-Ge birimlerinde tartışılan bir kavram olmaktan çıkmış; gündelik hayatın, ekonominin ve en önemlisi çalışma yaşamının merkezine yerleşmiştir. Bu hızlı dönüşümle birlikte kamuoyunda sıkça dile getirilen temel kaygı şudur: “Yapay zekâ meslekleri yok edecek mi?” Oysa bilimsel çalışmalar ve tarihsel deneyimler, teknolojik atılımların meslekleri ortadan kaldırmaktan ziyade onları yeniden tanımladığını ve dönüştürdüğünü açıkça ortaya koymaktadır. Yapay zekâ da bu genel eğilimin dışında değildir.

Nitekim yapay zekânın yaygınlaşması, klasik mühendislik ve bilişim alanlarını dönüştürürken, daha düne kadar adı dahi olmayan yeni mesleklerin ortaya çıkmasına zemin hazırlamaktadır. Son yıllarda sıkça duyduğumuz Prompt Mühendisliği (Komut Mühendisliği) bunun en somut örneklerinden biridir. Bu alan, insan ile yapay zekâ modelleri arasındaki etkileşimi en verimli hâle getirmeyi amaçlar. Doğru, güvenli ve etik komutların tasarlanması; hatalı, yanıltıcı ya da “halüsinasyon” olarak adlandırılan çıktının azaltılması bu mesleğin temel sorumlulukları arasındadır. Türkiye açısından bakıldığında, Türkçe ve İngilizceye hâkim, dijital araçları hızla benimseyebilen genç nüfusumuzun; eğitimden e-ticarete, medyadan kamu hizmetlerine kadar pek çok alanda önemli bir rekabet avantajı elde etmesi mümkündür.
Benzer şekilde, yapay zekâ tabanlı sistemlerin yalnızca teknik olarak çalışması değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal değer üretmesi de büyük önem taşımaktadır. Bu noktada Yapay Zekâ Ürün Yöneticiliği öne çıkmaktadır. Teknik bilgi ile iş stratejisini buluşturan bu rol, geliştirilen bir yapay zekâ ürününün hangi ihtiyaca cevap verdiğini, nasıl sürdürülebilir bir değer yaratacağını ve topluma ne tür etkiler sunacağını sorgular. FinTech’ten savunma sanayine, sağlık teknolojilerinden e-ticarete kadar geniş bir yelpazede faaliyet gösteren Türkiye’nin dinamik girişimcilik ekosistemi, bu alanda nitelikli insan kaynağı için ciddi fırsatlar barındırmaktadır.
Öte yandan yapay zekâ meselesini yalnızca teknik bir ilerleme olarak ele almak büyük bir eksiklik olur. Yapay zekâ, aynı zamanda etik, hukuk ve toplumsal sorumluluk boyutları olan çok katmanlı bir olgudur. Kişisel verilerin korunması, algoritmik ayrımcılık, şeffaflık ve hesap verebilirlik gibi konular, yapay zekâ uygulamalarının merkezinde yer almaktadır. KVKK, GDPR ve Avrupa Birliği’nin AI Act düzenlemeleri, bu teknolojinin hangi sınırlar içinde kullanılacağını açık biçimde tanımlamaktadır. Bankacılık, kamu yönetimi ve sağlık sektörü gibi hassas alanlarda, teknolojiyi hukuk ve etik çerçevede yönlendirebilecek uzmanlara olan ihtiyaç hızla artmaktadır. Türkiye’de bu alanda yetişmiş insan kaynağının henüz sınırlı olması ise, gençler için önemli bir fırsat penceresi anlamına gelmektedir.
Teknik altyapı boyutunda ise çoğu zaman göz ardı edilen fakat yapay zekâ sistemlerinin sürekliliği açısından hayati öneme sahip bir alan karşımıza çıkar: MLOps. Makine öğrenimi modellerinin gerçek hayat uygulamalarında güvenilir, ölçeklenebilir ve sürdürülebilir biçimde çalışması; sağlam veri altyapıları, bulut teknolojileri ve DevOps süreçleriyle mümkündür. Yazılım geliştirme geçmişine sahip mühendisler için MLOps, yalnızca yeni bir uzmanlık alanı değil, aynı zamanda küresel ölçekte yüksek talep gören nitelikli istihdam anlamına gelmektedir.
Tüm bu gelişmeler, Türkiye’yi stratejik bir yol ayrımına getirmektedir. Genç ve teknolojiye açık nüfus, köklü mühendislik eğitimi geleneği ve giderek yaygınlaşan uzaktan çalışma kültürü, yapay zekâ çağında ülkemiz için önemli avantajlar sunmaktadır. Savunma sanayinde otonom sistemler, sağlık alanında tanı ve karar destek yazılımları, finans sektöründe dolandırıcılık tespiti, eğitimde kişiselleştirilmiş öğrenme çözümleri ve tarımda akıllı görüntü işleme uygulamaları; Türkiye’nin bilinçli ve uzun vadeli politikalarla odaklanması gereken başlıca alanlar olarak öne çıkmaktadır.
Bu noktada özellikle öğrencilere ve yeni mezunlara düşen sorumluluk büyüktür! Yol haritası aslında oldukça nettir: Python ve temel veri bilimi becerileriyle başlanmalı, makine öğrenimi ve derin öğrenme temelleri sağlam biçimde öğrenilmeli, ardından ilgi duyulan sektöre yönelik küçük ama somut projeler geliştirilmelidir. GitHub ve LinkedIn gibi platformlar artık yalnızca sosyal ağ değil, bireyin üretkenliğini ve yetkinliğini gösteren dijital özgeçmişlerdir. Ve elbette, bilimsel üretimin ve küresel rekabetin ortak dili olan İngilizce, bu yolculuğun vazgeçilmez bir unsurudur.
Sonuç
Yapay zekâ, insanlık tarihindeki her büyük teknolojik sıçrama gibi, beraberinde hem belirsizlikler hem de büyük imkânlar getirmektedir. Buhar makinesi, elektrik ya da internet nasıl ki başlangıçta kaygıyla karşılanmış; ancak doğru politikalar ve insan merkezli yaklaşımlarla toplumsal refahı artıran araçlara dönüşmüşse, yapay zekâ da benzer bir eşiğin üzerindedir. Burada belirleyici olan, teknolojinin kendisi değil; onu nasıl yönettiğimiz, hangi amaçlarla kullandığımız ve bu sürece ne ölçüde hazırlıklı olduğumuzdur.
Türkiye açısından bakıldığında mesele, yapay zekânın meslekleri “yok edip etmeyeceği” tartışmasından çok daha derindir. Asıl soru şudur: Türkiye bu dönüşümün edilgen bir tüketicisi mi olacak, yoksa bilgi üreten, standart belirleyen ve küresel rekabette söz sahibi olan bir aktör mü? Prompt Mühendisliği, MLOps, Yapay Zekâ Yönetişimi ve Yapay Zekâ Ürün Yönetimi gibi alanlar; yalnızca bireysel kariyer fırsatları sunmakla kalmamakta, aynı zamanda ülkenin teknolojik egemenliği açısından da stratejik bir önem taşımaktadır. Bu alanlarda yetişmiş insan kaynağı, dışa bağımlılığı azaltan, katma değeri yüksek bir ekonomik yapının temelini oluşturacaktır.
Bu noktada kamunun, üniversitelerin ve özel sektörün eşgüdüm içinde hareket etmesi hayati önemdedir. Eğitim programlarının güncellenmesi, disiplinler arası yaklaşımların teşvik edilmesi, etik ve hukuki çerçevenin teknolojiyle eş zamanlı olarak geliştirilmesi artık bir tercih değil, zorunluluktur. Yapay zekâ okuryazarlığı yalnızca mühendislerin değil; hukukçuların, yöneticilerin, eğitimcilerin ve kamu karar alıcılarının da temel yetkinlikleri arasında yer almalıdır.
Sonuç olarak yapay zekâ, Türkiye için ne kaçınılmaz bir tehdit ne de kendiliğinden gerçekleşecek bir mucizedir. O, ancak bilinçli stratejiler, nitelikli insan kaynağı ve etik bir vizyonla desteklendiğinde tarihî bir fırsata dönüşebilir. Bugün atılacak adımlar, yalnızca bugünün istihdam yapısını değil, gelecek kuşakların nasıl bir ülkede yaşayacağını da belirleyecektir. Mesele teknolojiyi yakalamak değil; onu yönlendirebilecek bilgiye, iradeye ve özgüvene sahip olmaktır. Türkiye’nin geleceği, tam da bu bilinçle şekillenecektir.
Saygılarımla
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP