Kuantum Çağında Siber Güvenlik: Yapay Zekâ, Güç Mücadelesi ve Türkiye’nin Stratejik Konumu
Dijitalleşmenin ivme kazandığı 21. yüzyılda siber güvenlik, artık yalnızca teknik bir uzmanlık alanı değil; devletlerin egemenliğini, ekonomik rekabet gücünü ve toplumsal istikrarını doğrudan etkileyen stratejik bir mesele hâline gelmiştir. Yapay zekâ ve kuantum teknolojilerinin eş zamanlı yükselişi ise bu alanı köklü bir dönüşüm sürecine sokmakta; fırsatlar ile riskleri iç içe geçiren yeni bir güvenlik mimarisi ortaya çıkarmaktadır.

Yapay zekâ, günümüz siber güvenlik uygulamalarında adeta bir çarpan etkisi yaratmaktadır. Büyük veri setlerini anlık olarak analiz edebilme, olağan dışı davranışları henüz saldırıya dönüşmeden tespit edebilme ve tehditlere otomatik cevap üretebilme kapasitesi, savunma tarafına önemli bir üstünlük sağlamaktadır. Geleneksel, reaktif güvenlik anlayışı yerini proaktif ve öngörüye dayalı bir modele bırakmaktadır. Özellikle kritik altyapıların, finans sistemlerinin ve kamu ağlarının korunmasında yapay zekâ destekli çözümler vazgeçilmez hâle gelmektedir.
Ne var ki aynı teknoloji, saldırgan aktörlerin elinde de son derece etkili bir araçtır. Yapay zekâ; daha belirgin hedefli kimlik avı saldırıları, otomatik zafiyet taramaları ve insan davranışını taklit edebilen sosyal mühendislik yöntemleri üretme kapasitesine sahiptir. Bu durum, siber alandaki klasik “savunmacı üstünlük” varsayımını geçersiz kılmakta; saldırı ve savunma arasındaki dengeyi sürekli değişen, dinamik bir mücadele alanına dönüştürmektedir. Dolayısıyla mesele, yalnızca daha gelişmiş teknolojilere sahip olmak değil, bu teknolojileri hangi stratejik çerçeve içinde kullandığınızdır.
Bu tabloyu daha da karmaşık hâle getiren unsur ise kuantum bilgisayarların ufukta belirmesidir. Henüz yaygın kullanıma ulaşmamış olsa da kuantum hesaplama, mevcut kriptografik sistemlerin büyük bölümünü potansiyel olarak işlevsiz kılabilecek bir kapasite sunmaktadır. Bugün devlet sırlarından banka işlemlerine kadar dijital güvenliğin temelini oluşturan şifreleme algoritmaları, yeterince güçlü kuantum bilgisayarlar karşısında kırılabilir hâle gelebilir. Bu durum, yalnızca teknik bir risk değil; aynı zamanda küresel güç dengelerini etkileme potansiyeline sahip jeopolitik bir kırılmadır.
Bu nedenle “kuantuma dayanıklı kriptografi” çalışmaları, artık ertelenebilir bir Ar-Ge başlığı olmaktan çıkmıştır. Yapay zekâ, bu noktada kritik bir rol üstlenmektedir. Yeni kriptografik algoritmaların tasarlanması, test edilmesi ve olası zayıflıklarının önceden tespit edilmesinde yapay zekâ, insan kapasitesini aşan bir hız ve derinlik sunmaktadır. Ancak burada da temel soru aynıdır: Bu teknolojik dönüşüm, hangi etik ve hukuki ilkeler çerçevesinde yönetilecektir?
Türkiye açısından bakıldığında bu süreç, hem önemli fırsatlar hem de ciddi sorumluluklar içermektedir. Genç ve teknolojiye yatkın nüfus, gelişen savunma sanayii ve dijitalleşme hamleleri, Türkiye’ye siber güvenlik alanında bölgesel bir merkez olma potansiyeli sunmaktadır. Ancak bu potansiyelin hayata geçirilebilmesi, parçalı ve kısa vadeli yaklaşımlar yerine bütüncül bir ulusal siber güvenlik stratejisini zorunlu kılmaktadır. Kuantum ve yapay zekâ temelli tehditler, yalnızca teknik kurumların değil; hukukçuların, siyaset yapıcıların ve akademinin ortak aklını gerektirmektedir.
Küresel ölçekte ise siber güvenlik, giderek yeni bir “silahlanma yarışı”na benzemektedir. Devletler, bu alandaki kapasiteyi yalnızca savunma değil, aynı zamanda bir caydırıcılık unsuru olarak da değerlendirmektedir. Ancak siber uzayın doğası gereği sınır tanımaması, uluslararası hukuk ve etik normların önemini daha da artırmaktadır. Aksi hâlde kontrolsüz bir teknolojik rekabet, dijital dünyanın güvenliğini artırmak yerine kırılganlığını derinleştirebilir.
Kuantum çağında yapay zekâ destekli siber güvenlik, yalnızca bir teknoloji meselesi değildir; bu aynı zamanda bir medeniyet ve yönetişim meselesidir. Savunma ile saldırı arasındaki denge yeniden kurulurken, etik, hukuki ve stratejik boyutların eş zamanlı olarak ele alınması hayati önem taşımaktadır. Türkiye’nin ve dünyanın önündeki temel soru şudur: Bu dönüşümü yalnızca izleyen mi olacağız, yoksa kurallarını belirleyen aktörlerden biri mi? Bu soruya verilecek cevap, dijital geleceğin güvenliğini de belirleyecektir.
Değerlendirme ve Sonuç
Gelinen noktada açıkça görülmektedir ki siber güvenlik, kuantum ve yapay zekâ ekseninde yalnızca teknolojik bir dönüşüm yaşamamakta; aynı zamanda devletlerin egemenlik anlayışını, güvenlik doktrinlerini ve küresel sistem içindeki konumlarını yeniden tanımlayan yapısal bir kırılmaya işaret etmektedir. Bu yeni dönemde mesele, “daha gelişmiş teknolojiye sahip olmak”tan ziyade, bu teknolojiyi hangi stratejik akıl, hangi hukuki çerçeve ve hangi etik perspektif ile yönettiğinizdir. Aksi takdirde teknolojik üstünlük, sürdürülebilir bir güvenlik üretmek yerine kontrolsüz bir kırılganlık alanına dönüşebilecektir.
Kuantum bilgisayarların kriptografik altyapıyı tehdit ettiği bir dünyada, mevcut güvenlik anlayışlarının aynen korunabileceğini düşünmek gerçekçi değildir. Bugünün güvenli kabul edilen şifreleme sistemleri, yarının stratejik zafiyetleri hâline gelebilir. Bu durum, devletleri ve kurumları “reaktif” güvenlik politikalarından “öngörülü ve önleyici” güvenlik mimarilerine geçmeye zorlamaktadır. Yapay zekâ destekli siber güvenlik çözümleri, bu geçişin teknik omurgasını oluşturmakta; ancak bu omurganın ayakta kalabilmesi, güçlü bir yönetişim ve denetim mekanizmasıyla mümkündür.
Öte yandan yapay zekânın çift yönlü doğası göz ardı edilmemelidir. Aynı teknoloji savunma tarafına hız, esneklik ve derinlik kazandırırken; saldırgan aktörlerin elinde daha sofistike, daha görünmez ve daha yıkıcı saldırıların önünü açabilmektedir. Bu nedenle siber güvenlik, artık yalnızca “sistemi koruma” faaliyeti değil; insan davranışını, karar alma süreçlerini ve toplumsal etkileri de kapsayan çok katmanlı bir güvenlik alanı hâline gelmiştir. Bu gerçeklik, teknik uzmanlık kadar stratejik düşünceyi de zorunlu kılmaktadır.
Türkiye açısından bu tablo, aynı anda hem bir risk hem de tarihsel bir fırsat sunmaktadır. Dijital altyapıların hızla yaygınlaştığı, kamu ve özel sektörün veri odaklı çalışmaya yöneldiği bir ortamda, kuantum ve yapay zekâ temelli tehditlere hazırlıksız yakalanmak ciddi bedeller doğurabilir. Ancak doğru bir vizyonla hareket edildiğinde Türkiye; yerli ve millî kriptografi çözümleri, yapay zekâ destekli güvenlik sistemleri ve nitelikli insan kaynağıyla bölgesel bir siber güvenlik aktörü hâline gelebilir. Bunun için üniversiteler, kamu kurumları ve özel sektör arasında süreklilik arz eden stratejik bir iş birliği şarttır.
Küresel düzlemde ise siber güvenliğin, klasik güç unsurlarına eklemlenen yeni bir rekabet alanı hâline geldiği açıktır. Ancak bu rekabetin sınırlarının çizilmemesi, siber uzayı kontrolsüz bir çatışma alanına dönüştürme riskini de beraberinde getirmektedir. Bu noktada uluslararası hukuk, etik ilkeler ve güven artırıcı önlemler, en az teknolojik kapasite kadar önemlidir. Kuantum çağında güvenlik, yalnızca “daha güçlü olmak” değil, aynı zamanda “daha sorumlu olmak” anlamına gelmektedir.
Sonuç olarak yapay zekâ ve kuantum teknolojilerinin şekillendirdiği bu yeni dönemde siber güvenlik; teknik, stratejik ve normatif boyutlarıyla birlikte ele alınmak zorundadır. Türkiye’nin ve dünyanın önünde duran temel görev, bu dönüşümü günü kurtaran çözümlerle değil, uzun vadeli bir akıl ve kurumsal kapasiteyle yönetmektir. Dijital egemenliğin ancak böyle bir bütüncül yaklaşım sayesinde mümkün olacağı unutulmamalıdır.
Saygılarımla
Prof. Dr. Ayhan ERDEM
Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP