Peygamber Efendimiz ve Aile Ahlakı
Toplumun temel taşı ailedir. Aile, bireylerin kan bağı, evlilik veya evlat edinme yoluyla bir araya geldiği, ortak yaşam sürdüren, karşılıklı sorumluluk ve dayanışma içinde olan en temel toplumsal kurumdur. İslam’da aile, Allah’ın rahmet ve hikmetiyle kurulan, sevgi, merhamet ve sorumluluk temeline dayanan kutsal bir birliktir.
Evlilikle başlayan bu yapı, eşlerin birbirine karşı hak ve görevlerini gözettiği, çocukların güvenli ve ahlaki bir ortamda yetiştirildiği bir mektep gibidir. Yüce Rabbimizin, “Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için eşler yaratması ve aranızda sevgi ve merhamet var etmesi O’nun varlığının ve kudretinin delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için ibretler vardır.” buyruğu üzere aile; sevgi ve saygı, şefkat ve merhamet ocağıdır.
Aile, insanın ilk mektebidir. Sevginin, saygının, sabrın ve merhametin öğrenildiği bu özel ortamda, ahlaki güzelliklerin yaşanması kadar yaşatılması da büyük bir sorumluluktur. Bizler, aile ahlakına dair tüm incelikleri ve zarafet ölçülerini Peygamber Efendimiz’den (s.a.s) öğrendik. O, sadece ümmetine değil, ailesine karşı da örnek bir duruş sergilemiş; sözlerinde, davranışlarında ve halet-i ruhiyesinde daima nezaketi öncelemiştir. Resûl-i Ekrem (s.a.s), “Ben onun sevgisi ile rızıklandırıldım.” buyurarak eşi Hz. Hatice’ye olan sevgisini daima dile getirmiştir. “Allah rızasını umarak ailene yaptığın her harcamadan muhakkak sevap alırsın.” hadisiyle aile için yapılan her fedakârlığı, Allah’ın rızasını kazandıran bir iyilik olarak değerlendirmiştir.
Allah Resûlü (s.a.s), ailesinin her ferdine karşı son derece nazik ve anlayışlıydı. Onun hayatında kırıcı bir söz, incitici bir tavır asla yer bulmamıştır. Eşlerine, çocuklarına ve yakınlarına karşı sergilediği tutum; sevgiyle yoğrulmuş, hikmetle şekillenmiş bir zarafet örneğidir. Ne bir kalp kırmış ne bir gönül incitmiş; bilakis her davranışıyla güven, huzur ve muhabbet tesis etmiştir.
Bugün aile içinde yaşanan iletişim sorunlarının temelinde, çoğu zaman nezaket eksikliği yatar. Oysa Efendimiz’in (s.a.s) hayatı, bize en zor anlarda bile nasıl bir dil ve üslup kullanmamız gerektiğini öğretir. Onun aile hayatındaki incelikleri rehber edinmek, sadece bir sünneti yaşatmak değil; aynı zamanda toplumsal huzura katkı sunmaktır.
Aile: Kuşatma Altındaki Son Kale
Günümüzde aile kurumu, tarihin hiçbir döneminde olmadığı kadar yoğun bir kuşatma altındadır. Küresel lobiler, çıkar odakları ve emperyalist zihniyetler; insanlığın en kadim ve en sağlam yapısını hedef almış durumda. Bu şer odakları, aile bağlarını zayıflatmayı, nesilleri şahsiyetsiz ve kimliksiz bırakmayı, toplumları öz değerlerinden koparmayı stratejik bir amaç haline getirmiştir.
Modern dünyanın dayattığı bireycilik, haz odaklı yaşam biçimleri ve dijital kültürün sığlığı; aileyi sadece bir yaşam biçimi değil, bir direniş alanı hâline getirmiştir. Artık aile kurmak, onu korumak ve güçlendirmek; yalnızca kişisel bir tercih değil, iman, vicdan ve izan sahibi her bireyin üstlenmesi gereken bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, dini bir vecibe olduğu kadar ahlaki ve insani bir görevdir.
Aile, sadece bir sosyal kurum değil; aynı zamanda bir kimlik inşasıdır. Çocukların şahsiyet kazandığı, değerlerin aktarıldığı, sevginin ve merhametin kök saldığı bir yuvadır. Bu yuvayı korumak, geleceği korumaktır. Zira aile çökerse toplum da çöker; değerler yıkılırsa insanlık da savrulur.
Bugün, aileye sahip çıkmak; bir medeniyet nöbetidir. Bu nöbeti tutmak, sadece ebeveynlerin değil, her sağduyulu insanın görevidir. Çünkü aile, hâlâ insanlığın en sağlam kalesidir.
Aileye Karşı İhmal: Sessiz Bir Günahın Yankısı
“Ailesine karşı sorumluluklarını ihmal etmesi, kişiye günah olarak yeter.” buyuruyor Allah Resûlü (s.a.s). Bu kısa ama derin hadis, aile içi sorumluluğun ne denli büyük bir ahlaki ve dini yükümlülük olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Zira burada bahsedilen ihmal, sadece maddi ihtiyaçları karşılamamakla sınırlı değil; sevgi, ilgi, merhamet ve adalet gibi manevi sorumlulukları da kapsıyor.
Peygamber Efendimiz (s.a.s), aileyi bir emanet olarak görmüş; eşine, çocuklarına ve yakınlarına karşı daima örnek bir tutum sergilemiştir. Onun hayatında aile fertlerine karşı ilgisizlik, sevgisizlik veya ihmalkârlık asla yer bulmamıştır. Bu hadis, aileye karşı duyarsızlaşmanın, bireyin manevi hayatında ne denli büyük bir boşluk oluşturduğunu vurgular.
Günümüzde, yoğun iş temposu, dijital bağımlılıklar ve bireyselleşme eğilimleri; aile içi iletişimi zayıflatmakta, sorumluluk duygusunu törpülemektedir. Oysa İslam, aileyi sadece bir sosyal yapı değil, aynı zamanda bir ibadet alanı olarak görür. Eşine bir tebessüm, çocuğuna bir ilgi, yaşlıya bir hürmet; hepsi sevap hanesine yazılan davranışlardır.
Bu hadis, bize şunu hatırlatır: Aileye karşı ihmalkâr olmak, başka günahları aramaya gerek kalmadan insanı sorumluluk çizgisinin dışına taşır. Çünkü aile, insanın ilk sınav alanıdır. Bu sınavı ihmal eden, hayatın diğer alanlarında da kaybetmeye mahkûm olur.
Zaman, değerlerin aşındırıldığı, kutsalların sıradanlaştırıldığı bir zaman. Özellikle aile kurumu, modern hayatın hoyratlığı karşısında örselenmekte; medya, ideolojik akımlar ve küresel dayatmalar, bu en mahrem yapıyı hedef tahtasına koymaktadır. Oysa aile, insanın dünyadaki cennetidir. Sığınaklarımızın en sağlamı, kalemizdir. Bu kaleyi korumak, sadece bir gelenek değil, aynı zamanda bir iman ve vicdan meselesidir.
Bugün bize düşen, ailemizin kıymetini bilmek; onu bir yük değil, bir nimet olarak görmek ve yaşatmaktır. Aile hayatında Allah’ın koyduğu helal-haram sınırlarını gözetmek, ilişkilerimizi bu çizgide şekillendirmek, huzurun ve bereketin anahtarıdır. Peygamber Efendimiz’in (s.a.s) aile içindeki zarafeti, adaleti ve güzel ahlakı, bizim için en sağlam rehberdir. O, ailesine karşı daima nazik, anlayışlı ve merhametli olmuş; hiçbir ferdini incitmemiştir.
Ailede İbadet Bilinci ve Manevi Sorumluluklarımız
Zamanın hızla aktığı, dikkatlerin dağıldığı, ilişkilerin yüzeyselleştiği bir çağda yaşıyoruz. Bu çağda aileyi ayakta tutmak, sadece maddi ihtiyaçları karşılamakla değil; manevi bir bilinç inşa etmekle mümkündür. Rabbimizin “Ailene namazı emret, kendin de ona sabırla devam et” buyruğu (Tâhâ, 132), bu bilincin temel taşını oluşturur. Bu emir, aile fertlerine ibadeti öğretmenin ötesinde, sabırla ve istikrarla bir kulluk atmosferi oluşturmayı da kapsar.
Ailede ibadet bilinci, sadece namazla sınırlı değildir. Evliliği kolaylaştırmak, gençleri evliliğe teşvik etmek de bu bilinçle yakından ilgilidir. Zira evlilik, sadece iki insanın değil, iki ruhun, iki ailenin ve nihayetinde bir toplumun huzurunu tesis eden bir bağdır. Bu bağı kurmak ve korumak hem sosyal hem dini bir sorumluluktur.
Sonuç olarak: Bugün ailemizle geçirmemiz gereken nitelikli zaman, çoğu zaman televizyon ekranlarında, telefon başında heba ediliyor. Oysa bir çocuğun göz göze bakışa, bir eşin içten bir muhabbete, bir yaşlının hâl hatır sorulmasına ihtiyacı var. Aile içi iletişimi canlı tutmak; sadece konuşmak değil, birbirini gerçekten duymak, anlamak ve hissetmektir.
Aile fertlerinin duygusal ihtiyaçlarını önemsemek, sevgi ve ilgiyle yaklaşmak; çocuklarımızı ailenin sıcaklığından mahrum bırakmamak, geleceğe umut ekmektir. Çünkü sevgiyle büyüyen çocuk, güvenle büyür; güvenle büyüyen çocuk, sağlam bir toplumun temelini atar.
Unutmayalım: Aile, sadece bir yaşam alanı değil; aynı zamanda bir ibadet alanıdır. Bu alanı ihmal etmek hem dünyevi hem uhrevi bir kayıptır.
Rûm, 30/21.
Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 75
Buhârî, Cenâiz, 36; Müslim, Zekât, 48.
Ebû Dâvûd, Zekât, 45.
Doç. Dr. Erman M. Demir | Köşe Yazarı
Başkent Üniversitesi Öğretim Üyesi
ermdmr@gazeteankara.com.tr
YORUM YAP