Sokağın Sessiz Dostları ve Toplumsal Vicdan: Uygarlığın Vicdanla Sınavı
Türk Veteriner Hekimler Birliği Başkanı Ali Eroğlu, İstanbul Valiliği tarafından yayımlanan ve sahipsiz hayvanlara yönelik kontrolsüz beslemeye sınırlama getiren genelge hakkında yaptığı açıklamada, 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun sahipsiz hayvanların korunması, bakımı ve beslenmesine ilişkin yükümlülükleri açık biçimde tanımladığını hatırlattı. Genelgenin amacının özellikle yoğun nüfuslu bölgelerde kontrolsüz ve düzensiz beslemelerin oluşturduğu sorunların önüne geçmek olduğunu belirten Eroğlu, buna karşın beslemenin tamamen yasaklanmasının, aç kalan hayvanlarda stres, saldırganlık ve hastalık risklerini artırarak kamu sağlığını tehdit edebileceğini vurguladı. Bu nedenle yasaklayıcı yaklaşım yerine planlı, hijyenik ve kontrollü besleme alanlarının oluşturulmasının zorunluluğuna dikkat çekti.
Eroğlu ayrıca, belirlenmiş bölgelerde yapılacak besleme faaliyetleriyle birlikte kısırlaştırma, işaretleme, sağlık kontrolleri ve rehabilitasyon süreçlerinin titizlikle yürütülmesinin önemine değindi. Yerel yönetimler, veteriner hekimler ve gönüllü kuruluşlar arasında koordinasyonun artırılması gerektiğini belirterek, tamamen yasaklayıcı uygulamalar yerine bilimsel temelli popülasyon yönetimi stratejilerinin hem hayvan sağlığı hem de halk sağlığı açısından daha dengeli ve insani bir çözüm sunduğunu ifade etti.

Tam da bu noktada, sahipsiz hayvanlara yönelik tutumun yalnızca idari düzenlemelerle değil; toplumsal vicdan, etik duyarlılık ve kültürel birikimle de şekillendiğini unutmamak gerekir. Mahatma Gandhi’nin “Bir ülkenin gelişmişlik düzeyi, o toplumun hayvanlara davranışıyla doğru orantılıdır” sözü, modern uygarlığın teknik kapasitesinden çok vicdani derinliğini ölçer. Goethe’nin “Bir semtin sokak hayvanları sizden kaçmıyorsa, orada yaşayın; çünkü komşularınız iyi insanlardır” ifadesi ise toplumların gerçek yüzünün güçsüz varlıklara karşı sergilediği tutumda açığa çıktığını hatırlatır.
Sokak hayvanlarıyla gündelik karşılaşmalar çoğu zaman kısa sürse de, onların hayatta kalmasında belirleyici olan biziz. Bu nedenle merhamet, yalnızca bireysel bir erdem olmaktan çıkar, kamusal sorumluluğun ve toplumsal gelişmişliğin göstergesine dönüşür.
Kur’an-ı Kerim’de hayvanların “ümmet” olarak tanımlanması (En’âm 38), İslam geleneğinde her canlının varoluşsal değerinin bulunduğunu açıkça ortaya koyar. Hadislerde yer alan, “Susuz bir köpeğe su veren kişinin bağışlanması” rivayeti ise merhametin yalnızca bir duygu değil, ontolojik bir yükümlülük olarak görüldüğünü gösterir. Peygamberimizin (SAV) “Merhamet etmeyene merhamet olunmaz” hadisindeki ilkesellik, toplumsal düzenin ahlaki temellerini nerede kurmamız gerektiğini gösterir.
Türkiye’de Hayvanları Koruma Kanunu’nun 17. maddesi, sahipsiz hayvanların korunması ve rehabilitasyonu için gerekli kamusal mekanizmaları tanımlar. Bu madde yalnızca devletin ve yerel yönetimlerin görevlerini belirlemez; aynı zamanda şu ilkeyi vurgular: “Bu canlılar kamunun ortak varlığıdır.” Bu aşamada hukukun rolü; merhametin kurumsallaşması şeklinde olmalıdır.
Hukuk, burada merhametin yerine geçen değil; merhameti kurumsallaştıran bir yapıdır. Bu nedenle hem hukuki düzenlemelerin hem de toplumsal duyarlılığın aynı eksende buluşması gerekir.
Sokak hayvanlarının korunması, sadece bireysel fedakârlıklara dayandırılamayacak kadar çok yönlü bir dayanışma alanıdır. Her birey ve kurum, bu bütünün bir parçası olabilir. Bunun için yapılması gerekenler;
- Sahiplenme: Bir canı sahiplenmek, hem bireysel sorumluluğun hem de ekolojik duyarlılığın en somut göstergesidir.
- Sahiplendirme ağlarına destek: Herkes kendi evinde bakamayabilir; fakat destek verilen bir duyuru bile bir hayatı değiştirebilir.
- Kentsel mekânları hayvan dostu kılmak: Basit barınaklar, yaşam alanlarının korunması ve kentsel ekoloji açısından hayati önemdedir.
- Acil müdahale bilinci: Yaralı bir hayvanı veterinere ulaştırmak çoğu zaman hayat kurtarır.
- Barınaklara destek: Mama bağışları, ziyaretler veya bir hayvanın bakım masraflarını üstlenmek doğrudan yaşam kalitesine etki eder.
- Su ve besin kaynağı oluşturma: sıcak mevsimlerde bir kap suyun değeri büyüktür. “Her susuz canlıya verilen su sadakadır” hadisi bunu manevi açıdan da pekiştirir.
- Planlı sokak beslemesi: Şehirlerde besin kaynakları sınırlıdır; kontrollü besleme hayati önem taşır.
- 153 ihbar hattı: Acil durumlarda kamusal mekanizmayla hızlı temas sağlar.
- Güvenilir kurumlara bağış: Şeffaf mekanizmalara yapılan bağışlar dayanışmayı sürdürülebilir kılar.
- STK iş birliği: Yapısal dönüşüm ancak kolektif çabayla gerçekleşebilir.

Sonuç Olarak;
Sokak hayvanlarına yönelik tutum, bir toplumun uygarlık düzeyini görünür kılan en temel göstergelerden biridir. Bu canlılar toplumun “yükü” değil; insanlığın vicdani sınavıdır.
Bugün yapılacak küçük bir müdahale - bir kap su, bir avuç mama, doğru bir ihbar - bir canın hayatını kökten değiştirebilir. Gelişmişlik, gökdelenlerin yüksekliğiyle değil; susuz kalmış bir hayvanı görünce eğilip su veren insanların varlığıyla ölçülür.
Sonuç olarak, hayvanlara yönelik merhamet yalnızca bireysel bir erdem değil; toplumun etik, hukuki ve teolojik bilinç düzeyinin bütüncül bir göstergesidir. Merhamet bir insana giydirilmiş en kutsal elbisedir.
Ve unutulmamalıdır ki! Hayvanlar bizim “malımız” değil; biz onların sorumluluğunu taşıyan insanlarız.
Saygılarımla,
Prof. Dr. Ayhan ERDEM – Köşe Yazarı
aerdem@gazeteankara.com.tr
Gazi Üniversitesi Öğretim Üyesi
Gazete Ankara Dijital Haber Portalı
YORUM YAP